Cenab-ı Allah,  insanı en şerefli mahlûk olarak yeryüzünde akıl denen bir mucizeyle şereflendirmiştir. Böylesine ulvi bir görev verilen insanoğlu daima nefis denen bir sınırsız ve kontrolsüz güçle çetin bir mücadele içinde yaşamak zorunda bırakılmıştır. Böyle bir şerefle donatılan insanoğlu önündeki bu zorlu hayat mücadelesinde eğer nefisini terbiye edip kendisine Kuran ve Sünnet ışığında bir hayat nizamı kurarsa en şerefli varlık olarak bu fani dünya hayatında ve aynı zamanda ahiret hayatında da gerçek manada mutluluğu yakalamış olur. Bu insan taşımış olduğu üstün ahlaki vasıflarla çevresine tam bir edep abidesi olarak huzur saçar. Böylesine bir ahlakla şereflenmiş insan her türlü sıkıntıların üstesinden gelmeyi başarır. Bizim çok zaman adından dahi ürktüğümüz nice musibetler arif insanlar için birer olgunlaşma aşaması ve ibret alameti olarak hayatına yön verirler. Her anıyla tam bir imtihana tabii tutulan insan bu durumu hayırlı bir şekilde neticelendirmesi için öncelikle nefsini bilmekle başlamadır bu çetin yola. 


Nefsini Bilen Rabbini Bilir... 
Ölüm, insanoğlunun kaçınamayacağı nihai bir gerçektir. Kur’an-ı Kerim’de “Nerede olursanız olun, sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile ölüm size ulaşacaktır.!” buyrulmaktadır. Tam olarak farkına varmasak da ölüm, hayatımızın en yalın ve en gerçekçi yanını temsil etmektedir. Nasıl ki hayat Yüce Allah’ın bir ihsanı ise, ölüm de O’nun bir fermanıdır. İnancımıza göre ebediyen baki kalacak olan sadece Yüce Allah’tır. Mülk suresinin “O, Allah ki, hanginizin daha güzel işler yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yarattı”2 mealindeki 2. ayeti ölüm ve hayatın yaratılış sırrını çok açık bir şekilde gözlerimizin önüne sermektedir. Ölümün hikmeti, insanın imtihanında saklıdır. Ölümle hayat sona ermeyecektir. İnsanı ölümden sonra sonsuza dek sürecek olan bir hayat beklemektedir. İşte insan, iyi ya da kötü işlediği her şeyin karşılığını ahiret yurdu dediğimiz bu ölüm sonrası hayatında görecektir. Ölüm bir taraftan insanın hesap vermesi ve sorumlu tutulması hakikatine kapı aralarken, diğer taraftan da fani olan insanın ebedileşmesinin de ilk basamağını teşkil etmektedir. Bu açıdan ölümü, tıpkı hayat gibi, ahiret yurdunda ebedi mutluluğa ulaştıran bir vasıta ve nimet olarak algılamak da mümkündür. 


Ölüm insan için en büyük ibret ve en etkili öğüttür. Ölüm gerçeğinden uzak olarak sürdürülen hayatlar yitik ve ziyan edilmiş hayatlardır. Sonu da apaçık hüsrandır. Dünyaya hiç ölmeyecekmiş gibi bağlananlar kuşkusuz aldanmışlardır. Asıl olan hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, hemen ölecekmiş gibi de ahiret için çalışmaktır. 


Ölmeden önce ölmek ve kalıcı mutlulukları dünyanın geçici zevklerine feda etmemek gerekir. Ölümle her şeyin biteceğini zannedip, sürekli nefsin arzuları peşinde koşmak, hayatı zevki sefaya adamak ve bunu bir yaşam felsefesi haline getirmek çok büyük yanlışlıktır. Bu düşünce, insanları değer tanımazlığa ve her şeyi mubah görmeye insanı iman açısından da son derece tehlikeli sonuçlara götürür. 


Unutmayalım ki ölüme hazırlık, İslam’ın ön gördüğü hayat programına tabi olmakla mümkündür. Onun için insan, zaman zaman yaşadığı hayata bakmalı, geçirdiği ömrünün aşamalarını gözden geçirmeli ve hesabı verilebilir bir hayat sürüp sürmediğini muhasebe etmelidir. 


İslam’ın hayat programına uygun hareket eden, insani değerlerle barışık yaşayan, hileden, yalandan, iftiradan, fitneden, fesattan, kalp kırmaktan, devlet malına el uzatmaktan, cana, mala, namusa tecavüzden sakınan, hayatı boyunca insanlık için artı değerler üretme gayreti içinde olan insan, ölüme hazırlık yapmış demektir. Bu kimseler için ölüm, artık korkulacak bir şey değil, Mevlana’nın ifadesiyle bir vuslat, kavuşma ve buluşma vesilesidir. Bu zaman dilimi, ömür boyu arzu edilen Yüce Yaratıcıya kavuşmanın ilk merhalesidir. 



Ölüm sonrası hayatın mutluluk kapısını aralamak için dini görevlerimizi, ibadetlerimizi ihmal etmeyelim, sosyal sorumluklarımızın gereğini yerine getirelim. Ölümün bize hiç de uzak olmadığını, ölümle hayat arasında çok ince bir çizginin bulunduğunu unutmayalım. Ölüm meleği hangi bir yerde ve beklemediğimiz bir anda bizi selamlayabilir, tıpkı çok sevdiklerimizi selamladığı gibi. 

Neylersin ölüm herkesin başında, 
Uyudun uyanamadın olacak, 
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında? 

Bir namazlık saltanatın olacak, 
Taht misali o musalla taşında.
Erdal DEMİR