Yunus Emre’yi adaşlarından, aynı mahlası takınan takipçilerinden ve şairlerden ayıran vasıflardan biri de Risâletü’n-Nushiyye adlı eseridir. Türk edebiyatının ilk mesnevi örnekleri arasında kabul edilen bu metin, onun hayata, iyi insan olmaya dair öğütlerinden örnekler taşır. Yunus bu mısralar aracılığıyla insanlığa güzel ahlakı anlatır; hiç eskimeyen, değer ve önemini yitirmeyen tavsiyelerde bulunur. Mesnevi türünde kaleme alınan eser, türdeşlerinden farklı olarak 25-30 satırlık mensur bir bölüm ihtiva eder. Risale, bu yönüyle edebiyat tarihimizde ayrı bir yere sahiptir.

Peygamber Efendimizin (sav) “Din nasihattir.” manasına gelen hadis-i şerifi kültür ve medeniyet tarihimizde öğüt içerikli pek çok eserin telif edilmesine vesile olmuştur. “Nasihatname, pendname” (Pend Farsçada öğüt demektir.) gibi adlarla anılan bu eserler genellikle mesnevi, risale, hikâye türünde kaleme alınmış ve edebiyatımızda bir nasihatname geleneğinin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Bunun ortaya çıkışında büyük mutasavvıf Feridüddin Attar’ın Pendnâme isimli kitabı vardır. İran asıllı şair Attar’ın (ö. 1221) meşhur eseri bu alanda hem örnek hem öncüdür. Birçok şair ve müellif bu eserden ilham alarak nasihatname/pendname adlı veya nasihat muhtevalı eser ortaya koymuştur. Fakat Yunus Emre, öğütler manzumesi niteliğindeki mesnevisini Anadolu’ya gelip yerleşen Türklerin hayatından aldığı unsurları kullanarak telif etmiş, mısralarını tamamen yerli motiflerle bezemiştir. Risale bu yönleriyle millîdir ve kendine mahsus özelliklere sahiptir.

Risalenin bir diğer önemi, bu metnin ve ilahilerden müteşekkil Divan’ın hangi tarihte yazıldığına veya yazıya geçirildiğine dair kesin bilgiler içeriyor olmasıdır. Mesnevinin sonlarında tarih ifadesi olarak zikredilen 707 rakamı, edebiyat araştırmacıları tarafından eserin telif edildiği yıl olarak görülmüştür. Şairin hayat hikâyesi hakkında tarihî belgelerdeki yazılı bilgileri de destekleyen bu tarih, Yunus araştırmaları açısından bir dönüm noktası durumundadır.

Risâletü’n-Nushiyye 13 beyitlik bir manzumeyle başlar. Söze

“Padişahın hikmeti gör neyledi

Od u su toprag u yele söyledi”

mısralarıyla giren Yunus, bu bölümde insanın yaratılışından bahseder özetle. Şair, İslami kaynaklarda “anasır-ı erbaa” adıyla anılan dört unsurun herbirinin insana dört huy getirdiğini dile getirir. Toprak ve suyun insana kattıkları güzel huylar iken rüzgâr (yel) ve ateşin (od) getirdikleri daima zararlı şeyler olmuştur.

İnsan toprakla birlikte sabır, güzel ahlak, Allah’a dayanma ve saygıyı bünyesine almıştır. Suyun insana kattığı değerler berraklık, cömertlik, iyilik ve mutluluktur. Buna karşın rüzgâr insan ruhuna dört kötülüğü koymuştur: ikiyüzlülük, yalancılık, acelecilik, zararlı arzuya kapılma. Ateş ise beraberinde Yunus’un “tat” olarak söz ettiği dört acıyı getirmiştir: şehvet, kibir, tamah (açgözlülük) ve kıskançlık.

Yunus girizgâh mahiyetindeki bu kısa manzumeden sonra aklı tarif edip çeşitlerinden söz ettiği, imanı ele alıp türlerine değindiği mensur bölüme geçer. Sözlerini muhataplarına bir vaiz edasıyla iletmeye devam eden Yunus Emre, bu satırlarda dört unsurdan bahsetmeyi sürdürür. Burada geçen şu cümleler son derece anlamlıdır: “Uçmak padişahın fazlı pertevindendir. Tamu padişahın adli pertevindendir.” Bu kısa cümlelerin günümüz Türkçesiyle karşılığı şöyledir: “Cennet Allah’ın cömertliği ışığındandır. Cehennem Allah’ın adaleti ışığındandır.”

Takip eden satırlarda Yunus Emre, altın kıymetindeki sözlerini şöyle devam ettirir: “Toprak ve su ile gelen cennette olacaktır. Ateş ve havayla gelen cehennemde kalacaktır. Ruh ile birlikte gelen Allah’ı doyasıya görecektir. Şimdi anla! Hangi bölüktensin? Hangisinin sözünü tutarsan onun tarafındansın!”

(Devam edecek.)