Okumaktan mana ne, kişi Hakk'ı bilmektir

Çün okudun bilmezsin, ha bir kuru emektir

UNESCO Yunus’u Çağırıyor!

1971 yılındaki “üye ülkelerle sınırlı” anma programını da hesaba katarsak, UNESCO’nun üçüncü kez “Medet!” diyerek Hz. Yunus’u çağırdığı bir yıldayız. Birleşmiş Milletler Teşkilatının özel bir kurumu olarak tesis edilen UNESCO, daha önce sanatçının doğumunun 750. yılı vesilesiyle 1991 senesini Yunus Emre yılı olarak kabul etmişti. Kurum, bu kararından 30 yıl sonra Hazretin vefatını esas alarak 2021’i anma programları arasına aldı. Son 50 yılda üç kez alınan Yunus Emre kararı, kültür ve medeniyetimiz açısından sevinilecek bir durum elbette. Ancak insanlığın ne hâlde bulunduğunu, gidişatın ne yönde olduğunu anlamak açısından da hayli düşündürücü.

Zor zamanlardan geçiyoruz. Bunu bir yıldır ceremesini çektiğimiz salgını dikkate alarak söylemiyoruz elbette. Geriye dönüp bakıldığında dünyanın, özellikle coğrafyamızın hayli zamandır büyük acılarla boğuştuğu bir hakikat. Genel salgın (pandemi), bu sorunları “şimdilik” kaydıyla bir süre ertelemiştir, o kadar. Hırsını dizginleyemeyen, önceliği yalnızca kendi ülkesinin, şirketinin çıkarları olan kişiler ve idareciler, kararlarıyla dünyayı yaşanmaz hâle getirdi, getirmeye de devam ediyor. Kendi hayatını iyi şartlarda sürdürme uğruna insani değerleri hiçe sayan, doğaya ve canlılara zarar veren, her şeyi kendi etrafında kurgulayan bir zihniyetle karşı karşıyayız. Ne yazık ki devirler, aktörler değişse de zihniyet değişmiyor. İşte, herkesin can derdine düştüğü bir ortamda UNESCO’nun, candan çok cananı düşünen Yunus Emre’yi çağırması, Hacı Bektaş’a sarılması son derece anlamlıdır. Yedi asır önce bu toprakları mayalayan Yunus bugün de coğrafyamızı, dünyamızı yeniden inşa edecektir. İnancımız, ümidimiz bu yöndedir.

Aydınlık Bir Dönemin Habercisi

Yunus’un hayatta olduğu çağ da böyle bir çağdır. XIII. yüzyılın ikinci yarısı ile XIV. yüzyılın ilk çeyreği Anadolu’da siyasi, sosyal, ekonomik tablonun hayli karışık olduğu yıllardır. Moğol saldırıları, göçler, beylerin kendi aralarındaki çekişmeler, ağır vergiler, kıtlık, salgınlar bu topraklarda birliğin ve huzurun tesis edilmesini geciktirmiştir. Fakat bunlara rağmen o devirde Anadolu’da sosyokültürel hayat, düzenli ve istikrarlı bir gelişme hâlindedir. Amasya, Karaman, Kayseri, Kırşehir, Konya, Kütahya, Tokat gibi şehirler hem bilim-kültür merkezidir hem de ticaretin canlı olduğu yerlerdir. Ahiler, erenler, Türkmen beyleri yeni yurtlarını geliştirmenin gayreti içindedir. İşte Yunus, merkezî otoritenin zayıfladığı, Moğol saldırılarının tüm hızıyla sürdüğü, hukuksuzluk ve suiistimallerin arttığı bir zamanda yeni doğuşlara gebe bir dönemin habercisi olmuştur.

Okumak < Ok + ı - mak

“Okumak” bugün Türkçede birçok anlamı olan bir fiildir. “Bir yazıyı çözümlemek veya seslendirmek, yazılmış bir metnin iletmek istediği şeyleri öğrenmek, bir şeyin anlamını çözmek, kavramak, anlamak, öğrenim görmek” sözlüklere yansıyan karşılıklardan bir kısmıdır. Kelimenin halk arasında yaşayan bir anlamı daha vardır: bir yere çağırmak. Başka şekilde söylersek davet etmek yahut okuntu göndermek.

“Okumak”, Türkçenin Eski Uygur döneminden beri takip edilebilen bir sözcüktür. Dîvânü Lügâti’t-Türk’te de “okumak, çağırmak” anlamlarıyla kayıtlıdır. Dilimizin ilk sözlüğündeki açıklamalar bugüne kadar ulaşmıştır. Dil araştırmacıları kelimenin morfolojik izahını yaparken kök olarak “ok”u kabul ederler. Bu, doğru bir tahlildir. “Ok”, söz varlığımızda “yayla atılan eski bir silah” anlamı dışında “boy, kabile; cirit, değnek” gibi birçok anlama sahiptir. Kâşgarlı Mahmut bunlara ek olarak “mirastan isabet eden hisse, pay; araziyi ve evin kurulacağı yeri belirlemek üzere uygulanan kura” karşılıklarını da sayar. Bugün Anadolu’da miras taksimi, kura çekimi gibi kısmetle, nasiple ilgili taksimat hâllerini anlatmak için “ok atmak” deyimi kullanılır. Halkımızın hem bu sözü hem de arka planındaki geleneği yaşattığı görülmektedir. Türk Dil Kurumu da “ok atmak” deyimini sözlüğe “mirastan kalan malları paylaştırmak için ad çekmek” şeklinde almıştır. “Okumak, bu köke (ok) fiilden isim yapan “-ı” ekinin getirilmesiyle elde edilmiştir. Bu bilgiler ışığında “okumak” fiiline “nasiplenmek, hissesine düşeni almak” manalarını vermek de doğrudur.

Harfler yazıda sesleri temsil eden işaretlerdir. “Ok” da birtakım resim ve damgalardan çıktığı bilinen Köktürk yazısının bir harfidir. Bu işaret (↓), Köktürkçede “ok, uk, ko, ku” şeklinde dört heceyi karşılar. “Okumak” fiilinin “bir yazıyı çözümlemek, bir şeyin yahut metnin vermek istediği mesajı anlamak” gibi karşılıkları da hesaba katılınca kelimenin bu kökten türediği, bu şehrin diliyle söylersek, “ossaat” anlaşılır.  

Bu açıklamalara bakarak denilebilir ki;

Yunus Emre’yi okumak, onu anlamak için adım atmak demektir.

Yunus Emre’yi okumak, Hakk’ın inayetine talip olmaktır.

Yunus Emre’yi okumak, teknoloji diliyle, ona “çağrı atmak” demektir.

Yunus Emre’yi okumak, himmetinden nasiplenmek istemektir.

Nasipli Şehir Karaman

Karaman ne kadar sevinse, ne kadar iftihar etse azdır. Zira Yunus’tan ziyadesiyle nasiplenen bir şehirdir. Ona yurt olmuş; zaman gergefinde kendisini nakış nakış işleyen hocasını, çocuklarını bağrına basmıştır. Şehrin adı da asırlardır ilim meclislerinde Yunus’la, onun görklü eseriyle yan yana anılmıştır.

Karaman Yunus Emre’yi okudukça nasibi artacaktır. Öğütlerinden istifade ettikçe, Türkçesine sahip çıktıkça, hâsılı “Yunuslayın oldukça” himmetinden nasiplenmeye devam edecektir.