Vaktiyle küçük bir şehirde yapılan bir düğüne İstanbul’dan hatırı sayılır bir konuk çağrılmış. Düğünde davul-zurna çalıyor, insanlar kâh halay çekiyor, kâh göbek atıp gerdan kırıyorlarmış. İstanbul’dan gelen konuk da küçümseyen bakışlarla insanların eğlencesini izliyormuş. İstanbullu konuğun yanına bir ara zurnacı gelmiş.

-“Beyim, çalmamızı istediğin bir şey var mı?” demiş.

Adam dudak bükmüş. Küçümser bir ifadeyle gülümsemiş.

-“Ne isteyeyim, Allah aşkına? Zurnada peşrev olmaz. Dolayısıyla sizin çaldığınızı ben dinlemem, benim dinlemek istediğimi sen çalamazsın. Sen kafana göre devam et.

Zurnacının pek canı sıkılmış bu tavra.

-“Yaa öyle mi? Demek zurnada peşrev olmaz. Dinle bakalım, ne çıkarsa bahtına” demiş.

Sonra da zurnayla en zor şarkıları o kadar güzel çalmış ki İstanbullu konuğun hayretten ağzı açık kalmış.

Bir haftayı geride bıraktık bile. Bugünlerin ne zaman son bulacağı meçhul. Havalarda tam bahara dönmeye başladı. Bizi evde tutana aşk olsun da her şeyden önce sağlık diyoruz ve bir duruyoruz. Korku, endişe, panik… Sanki ‘’Korku!’’ duygusunu bayadır unutmuş gibiydik. Özellikle evlerimizde yaşlı bulunan anne ve babalarımızı daha çok düşünür olmadık mı?

Sizce de biraz hırslarımızdan uzak durmaya başlamadık mı? Kendimize bile yalın, şeffaf olmayı bırakmışken; artık kendimizle yüzleşmeye başlamadık mı? Başladık hem de öyle başladık ki sanki yeni doğmuş bebeği nasıl eğitiyorsak kendimizi de sil baştan yeniden eğitmeye başladık. Basit bulduğumuz el yıkamasını bile bilmiyormuşuz değil mi?

Hayatla telaşımız azaldı. Şimdi daha düzenli uyuyoruz. Vaktinde uyanıyoruz. Her şeyi sıraya koymayı öğrenmiyoruz mu? Bugün şunu da yapayım bunu da yapayım derken ne hiç bir şeyi düzgün yapıyorduk ne de kendimizi hatırlıyorduk. Çivisi çıkmış dünyanın yalan işlerine kendimizi kaptırmış bir vaziyette gidiyorduk.

Ev hayatına tekrar dönmedik mi? Canımız sıkıldıkça mutfaktayız. Meğer ne marifetliymişiz. Pastanede ve ya lokantalarda neler yapılıyorsa evlerimizde de yapabiliyormuşuz hem de en sağlıklısından. Yaptıklarımızı komşuyla paylaşabiliyormuşuz. Çocuklarımız anne mutfağına geri dönmediler mi?

Ülke olarak dünya da ki pek çok olaya çok da sessiz kaldığımız söylenemez. Biz milletçe zaten duygularımızla hareket etmeyi çok seviyoruz. Orta Afrika’da ki insanların aç gezmesi, Suriye’de ki insanların bombalar altında kalması, aynı şekilde Irak’taki insanların iç acısı durumu, Yemen’de ki çocukların derilerinin sırtlarına yapışması ve güzel Filistin topraklarında ki Müslümanlara İsrail toplumunun zulm etmesine sadece bizim sesimiz çıkarken şimdi tüm dünya sınanmakta.

Şimdi seslenmek istiyorum illa başımıza bir musibet gelmek zorunda mıydı? Bizler fertler olarak görevlerimizin ne zaman farkına varacağız? Bu kadar eşitsizliğe sizce de dur vakti gelmemiş miydi? İnsanoğlu topraktan yaratıldın bunu bil ve öyle davran.

En önemlisi ‘’Ölümü Unutma!’’