Yalnızlık! Sessiz çığlığı zamanın. Kelimelerin en kifayetsiz kaldığı, anlatılmaz yaşanır tümcesinin en çok yakıştığı durum. Farkındalık bir nevi, bulunduğu/n hâli anlamak gibi! Düşüncenin harman olduğu, insanın kendini bulduğu, hâli durumun an ile tescillenmiş, farklı bir ifade ile hâli ruh iyesi yalnızlık! Yalnız bir hâlin olabilecek en yalın hâli belki de, hâl ile anlatılan ve kimi zaman ise anlamsızlaştırılan olgu, yalnızlık! Kendin ile, kendince baş başa kalmanın, kendini yaşamanın, anlamanın, anlaşılmanın ve kendi içinde hesaplaşmanın bir tür fırsatı, yani hasbıhâli, kendisi ile insanın!

Kimi insanlar yalnızlığı sayısal anlamda nitelerler, kendince! Tek başına kalmaktan hayıflanırlar her zaman. Esasında yalnızlığı sayısal anlamda düşünmek, yalnızlığı anlamsızlaştırmaktır. Bu anlamsızlık içinde anlamsız bir çatışma yaşayan insan, Her zaman kaçmak ister yalnızlık tan, yalnızlığından! Umutsuzca ve korkarak! Fakat bu kaçış, esasında bir kaçış değil yalnızlığını bulmasıdır insanın, bulmasıdır kendini! Hakikatini! Kendince! Farkında olmadan! Çünkü insan kendinden kaçamaz, kaçmak uzaklaşmak demektir, uzaklaşırken ise yakınlaşmak! Hâliyle her kaçış bir buluşmanın, bulmanın ilk adımıdır! İlk fırsatıdır!

İnsanın özünde ise her zaman bir yalnızlık vardır, Hayatının her anında olduğu gibi. Doğumdan ölüme kadar. Yani kaderidir, ister istemez, insan olmasının hâli gibi! İşte bu hâl, anne karnındaki yalnızlığının dünyadaki tekerrürüdür, bizatihi! Keza, cennette yalnızdı insan, cennetinde yani anne karnında. Sonrasında ise ayrılık, cennetinden yani anne karnından! Galiba bundan olsa gerek, insanın bu ayrılıktan hâsıl olan feryadı, lisanı hâl ile! Merhabası bir nevi, istemeden ilk adımı yalnızlığa, yalnızlığına! Kalabalıklar içine atılan insanın! Bir fark edişin narası belkide bu ağlama, belkide unutulmuş, unutturulmuş bir hüznün ilk çığlığı. Öyle ya, yalnızlık ayrılığın bir neticesi değil mi sonuçta, her yaşanan ayrılığın hüznü içinde kalan insanın, kendi başına yaşadığı hüznün, yani yalnız başına! Ayrılık ile gelen ve sonrasında ise hep ayrılık ve yalnızlık olan bir hayatın, hayatının içinde kalan insanın, bir başına!

Önce anne rahmin den başlar ayrılık, sonra ise kucaktan, anne kucağından, sonra aileden, anneden, babadan, memleketten, eşten, dosttan ve belkide yârden! Fakat şu bir gerçek ki, insan ancak fark edebildiği kadar yalnızdır. Bu farkındalık içinde yalnızlığını yaşar, fark edebildiği kadar! Fakat ne kadar hazindir ki hayat, insana fark edemediğini her hâlükârda fark ettirir, mutlaka, en sonunda! Kimi zaman bu fark edişi kendinden soyutlamak sureti ile itiraf eder, ilahi bir yakıştırma ile! Esasında İlahî bir yakışma, yakıştırma değildir yalnızlık, mahsus olma hâli gibi. Tam tersine yakıştırmanın en tezat olduğu kısım, yalnızlığın yaratıcıya atfedilmesidir. Öyle ki; yalnızlık der insan ve ardından hemen ekler ‘’ yalnızlık ALLAH’ a mahsus ‘’. Kendisine yakıştırmaz, yakıştıramaz insan, yalnızlığı, yalnızlığını. Hâlbuki farkında olmadan içinde bulunduğu yalnızlığa, yalnızlığına bir anlam katar bu yakıştırma. Çünkü insan, bu yakıştırma ile muhtaçlığını değil, yalnızlığın, yalnızlığının yüce olmasını tesciller, âcizane. İşte yalnızlık, kendine yetebilmenin kendin ile olmanın, olabilmenin ve bu yalnızlık içinde kendisi ile yüzleşebilmenin adıdır! Yalnızlığı ile insan kendini tanır ve kendini sever, her ne kadar, bir zaman gelir de yalnız kalacağının endişesini her daim içinde saklasa dahi!

İşte !.. Benim/ Bizim yalnızlığım/ız! Sayılar ile ifade edilmeyen, edilemeyen, çokluk içinde yani kalabalıklar içinde tek kalakalmak esasında. Uzak kalmak, kendin ile buluşmak anlamında !.. Bazı zaman ise yalnız olmak iki nefesin eşliğinde yaşamak hayatı, hayatın yalnızlığını! Yani paylaşmak, yalnızlığı ve yalnızlıkları ! Biz olmanın tadında bir katre yalnızlığı yaşamak, yalnız olmak! O’nun yanında !..