EMEĞİN ÇİÇEKLERİ ASLA SOLMAZLAR…

Bu değildi neyleyüm bû yolum intizâre düştü
Bana kendi tâliimden bu siyeh sitâre düştü
 
Emek gariptir çaresizdir, savunmasızdır. Bu yüzden acısı sadece yürekleri dağlar, sessiz sedasız. Bazen sadece yaşlı gözlerle arkasından bakakalmaktır getirdiği semere.
Yine zevrak-ı derûnum kırılıp kenâre düştü
Dayanır mı şîşedir bû reh-i seng-sâre düştü

Ne dense  düşmanları  koyu bir çirkinliğe üşüşen akbabalar  gibi üşüşürler emeğin kurduğu çiçek bahçelerine. Talan ederler yürek coğrafyasında mayalanan kutsal mesaileri. Kırılan gönüller, eller, kollar yaşamdan izler taşımaz gibi kımıldamadan yatarlar oracıkta. Bir süre bu hal ihanet mayalayan yürekleri sevindirir gibi gözükse de, emek enerjisini uğruna ölünecek canların geride bıraktığı ayak izlerine basmaktan alır. Bu sevda asla düştüğü yerde kalmayacak kadar kadimdir. Göreceli durgunluklar çiğ yüreklerde sevinç naralarına dönüşür önce.
Lakin sonrası malum…
İyi ki varsın “Ey Mahşer”…
En çaresiz anda kımıldamalar olur emeğin yediveren güllerinde. Bir süre talanın nasipsizliğini seyreder yürek. Sonra ummanlara inat, engin sonsuzluğunda hayat bulmaya başlar.
“Nazargahı İlahi” olan yürek coğrafyasında ki hodbin ayak izlerinin kimlik tespiti yapılır. Elde edilen bulgular ise yaşamaya ve ayaklar altına alınsa da emek sarf etmeye devam etmedir. Zira yaşamla ölüm arasındaki yol yürünmek adına yapılmıştır. Asla dikensiz değildir. Dikeni döşeyenlerde, dikeni bol olacak mahşer yerinde nasipleneceklerdir.
 
Emeğin sarıldığı yakıt umuttur. Her ne kadar bütün hayalleri suya düşmüşse de hâlâ dört ayak üstüne düşmeyi bekleyen umutları vardır yüreğin. “Kelam”ın onayladığı emek masumdur, tıpkı ruh gibi…  Zira  emeğin koynuna düşen her umudun ilk sancısı yaşamak mecburiyetidir.
Bize hisse-î mahabbet dil-i pâre pâre düştü

Her gün binlerce maskesi düşen dünyanın, her geçen gün gitgide değeri düşürülen  vefanın  üstüne düşmemek gerektiğini düşünmekle mesai harcarlar emek ve yürek ikilisi.
Katran karası  gecelerde kara vagonlardan  katar oluşturur saldırır emeğin engin iklimine ihanetler. Lakin hem yüreği hem de emeği açmazlara düşüremez hiçbir uğraş. Eğilmiş gibi görünse de asla kırılmayacaktır o yürek mesaisi olan ve  kutsallığı “kutsal kelam” ile perçinlenmiş olan  emek… 
İğne atsan yere düşmeyecek mahşer gününde bin bir kaygıyı deviren insanların arasından, emek düşmanlarını tanır yürekler. Orada dil kelam özelliğini yitirmiştir artık. Emek hırsızlarının hüküm günüdür. Mazeretlerin boy aynasından hiçbir görüntü aksetmez o demde. Sarılmayan yaraların pişmanlık denizinde boğulma anıdır artık.
Ölümü öldürme imkanı da alınmıştır ellerden. Talan ettiği çiçek bahçelerinin üzerine basıp yaşadığı dünyalıklar çekecektir katran denizlerine. İniltilerini duyuramayacağını bildiği halde, feryadı  figan edecektir umarsızca. Ölümü sonsuz kere tatmak ne süslü gösterilmiştir dünyadayken hainlere. Var git yaşa sarıldığın sahtekar ideallerin sarhoşluğun da ey emek hırsızı denilecektir. Zira seccadeler hala yerlerde seriliyken ve eller hala “elif elif” açıkken semaya engin gecenin eşvak saatlerinde...
Bir kutlunun ağzından dökülen “hainler için yaşasın cehennem” feryatları eyleme dönüşecektir adaletsizliğin esamesinin okunmayacağı o günde.
İnce derde düşmüş sevdalılar gibi arar bulur gönül coğrafyasında pis izler bırakan ayak izlerini, emek…
Başı diktir emeğin, adanmışlığından dolayı. Emeği kutsayan “O Kelam”  ve altmış üç yıllık emeğin serüveninden yüzünün akıyla çıkan “O sevgili” alçakların hamleleri ile yaralanan yüreklerin yanında yer alacak, kucak açacaktır.
Zira kendisi de kainatın görüp göreceği en mahir kabiliyetlerle donatılmış “emek işçisi”dir… Öyle ki O’nun emeğinin nakkaşlığında yakılan milyarlarca İslam kandillerinden bir tanesi bile bütün taarruzlara rağmen söndürüle bilmiş mi dir?...
Bu yüzden emeğin çiçekleri asla solmazlar.
 
Beyaz muammaya sevdalanıp, saçına aklar düşüren çileli yiğitlerin devran süreceğini beyan etmedeyken “Yüce Kelam” , dâr ağacına düşmüş bir idam mahkûmunun o donuk gözleri, o soğuk boynu gibi düşecek emek hırsızları, soğukların en soğuğuna, ateşlerin en ateşine…
 
Aslında düşenin dostu orada olmayacak. Burada bi şekilde dost bulunuyor nasılsa. Zira aldatılamaya açık yürekler pek çoktur dünyada, Lakin orda düşmemek adına nice çileye talip olmuş muhabbet fedailerinin yaşam döngüsünü beslendiği kaynağı bugünden anlamak lazım.
Anlamak lazım yaşamla sırat arasında ki kırmızı halıların bedava serilemeyeceğini.
Anlamak lazım bir gönül erinin gece gündüz kanayıp duran  çilesinin üzerine asla ve asla saadet bina edilemeyeceğini.
Yaşamanın hassaslığından dem vuran “Gül Yüzlü Yiğit”in geride bıraktığı 63 yıllık onurlu hayatının nurlu anlarına keşke misafir olabilseydik, alçak dünya da alçaklıkları yaşamadan ve yaşatmadan.