Türkçenin Miri: Alî Şîr Nevâî

Mir, Türkçede “emir, bey, reis, başkan, komutan” manalarıyla kullanılan Farsça kökenli bir kelimedir. Tarihî metinlerde çokça karşılaşılan miralay “albay”, mirliva “tuğgeneral” gibi askerî terimler de kelimenin dilimizdeki serüvenine ışık tutar. Hâlihazırda bu kelimenin eski canlılığını muhafaza ettiğini söylemek zordur. Bununla birlikte kelimenin, günlük dilde mirim  “beyim, başkanım” hitabıyla varlığını sürdürdüğünü söylemek mümkündür.

Tarih sahnesinde pek çok kişiye unvan olan bu kelimenin söz meydanında en çok yakıştığı isimlerden biri Alî Şîr Nevâî’dir. Türkçenin aslan lakaplı miri, 9 Şubat 1441’de Herat’ta doğar. Babası Timur’un torunlarının hizmetine giren, Babür Şah’ın sarayında da önemli bir mevki sahibi olan Uygur kabilesinden Kiçkine Bahşı’dır. Anne tarafından dedesi olan Emîr Ebû Saîd Çiçek, Hüseyin Baykara’nın dedesi Baykara Mirza’nın mir-i miranı, yani beylerbeyidir. Bu durum, Alî Şîr’in Hüseyin Baykara ile daha çocukluk döneminde tanışıp arkadaş olmasına, birlikte ders almasına ve ileriki dönemlerde bir araya gelmesine vesile olur. Dört yaşında okula başlayan Alî Şîr, kısa zamanda akranları arasında temayüz eder. Daha o yaşlardayken Timur döneminin önemli tarihçisi ve Zafer-nâme müellifi Şerefüddîn Alî-i Yezdî ile tanışır, sohbet eder.

Nevâî, tahsil yıllarında pek çok İranlı âlim ve şairle tanışır, birçoğundan ders alır. Vaktinin çoğunu kitap okumakla geçiren şair, Dervîş Mansûr’dan aruz ilmini tahsil eder. Kıraat ilmini ise Mevlânâ Alî-i Câmî’den öğrenir. Babasının vefatından sonra bir zaman Semerkant’ta kalır. Hüseyin Baykara Horasan’ı ele geçirip Herat’ta Timurlular tahtına oturunca yanına gider. Genç hükümdar onu “mühürdar” yapar. Bu tarihten sonra devlet işleriyle de ilgilenen Alî Şîr, ölünceye kadar sadakatle ona hizmet eder. Bağlılığının nişanesi olarak Mecâlisü’n-Nefâ’is adlı tezkiresinin sekizinci bölümünü bütünüyle ona tahsis eder.

1472 yılında “emir” yani “divan beyi” unvanını alan Alî Şîr, aynı zamanda sultanın nedimi olur. Hükümdardan sonra idarede söz ve yetki onundur artık. Mührünü evrakın üstüne değil de altına basarak başlattığı yeni usul, daha sonra ülkede resmî uygulama hâline gelir. Devlet idaresinde Hüseyin Baykara’nın yanında sahip olduğu mevki ve nüfuza rağmen idari işlerden pek hazzetmez. 1476’da büyük saygı duyduğu Abdurrahmân-ı Câmî’nin terbiyesine girerek Nakşibendî tarikatına intisap eder. Bir süre daha çeşitli vazifelerde bulunan Nevâî, 1490 yılında divan beyliği görevinden ayrılarak sadece nedim olarak hizmetini sürdürür. 3 Ocak 1501 Pazar günü vefat eder.

Şiire Farsça ile başlayan Alî Şîr, daha on beş yaşlarındayken adından söz ettirmeyi başarır. Sonraları Türkçe yazmaya başlar ve bu yüzden şuara arasında “zü’l-lisâneyn” diye bilinir. Ona tesir edenlerin başında İran’ın büyük mutasavvıflarından Abdurrahman-ı Câmî vardır. Bunların dışında Attâr, Hüsrev-i Dihlevî ve Nizâmî onu etkileyen belli başlı şahsiyetler arasındadır.

Hamse sahibi bir şair olan Nevâî, edebiyatımızda tertip ettiği divanların yanında dil, edebiyat, biyografi, tarih, din gibi alanlarda yazdığı onlarca eserle öne çıkar. Gerek manzum gerekse mensur eserleriyle sadece Çağatay edebiyatının değil umumi Türk edebiyatının önde gelen simalarından olur. Türkçe eserlerinde Nevâî, Farsça şiirlerinde Fânî olmak üzere iki mahlası kullanır.

Çok geniş bir yelpazede eserler veren Nevâî’nin Orta Asya Türk dili ve edebiyatının gelişmesinde büyük rolü vardır. Öyle ki yerli ve yabancı Türkologlar Çağatay sahası Türk edebiyatını onu esas alarak tasnif ederler. Hatta Çağatayca o tarihten sonra “Nevâî dili” terimiyle anılır. Eserleri Türkistan’dan başka, Azeri ve Anadolu sahasında da okunan Alî Şîr Nevâî’yi Osmanlı şairleri üstat kabul ederek şiirlerine nazireler yazar.

XV. yüzyılın ikinci yarısında yaşayan Alî Şîr Nevâî, sadece Anadolu şairlerini değil tüm Türk şairlerini etkilemiş bir şairdir. Onun etki sahası Hindistan’dan Herat’a, Herat’tan Azeybaycan ve Anadolu’ya kadar uzanır. Bu nedenle tüm Türk dünyasında XVI. yüzyıla “Nevâî yüzyılı” dense yanlış olmaz.

Nevâî, XIX. yüzyıla kadar Hindistan dâhil geniş bir alanda tesirini sürdürmüştür. Daha hayattayken başlayan bu ilgi, hanlıklar döneminde yoğun bir şekilde devam etmiştir. XIX. yüzyıldan sonra bile hem şiirleriyle hem de şahsiyetiyle Özbekistan ve Afganistan’da Nevâî’nin yaşadığı görülür. Bugün Orta Asya’nın en eski ve en önemli edebî dili olan Özbek Türkçesinin şekillenişi de Alî Şîr Nevâî’nin katkılarıyla gerçekleşmiştir. Muhâkemetü’l-Lugateyn müellifinin mükemmelleştirdiği bu edebî dil, eserlerinin ışığında günümüze kadar gelmiştir.

Alî Şîr Nevâî, Türk edebiyatında üslup sahibi şairlerdendir. O, kendine has bir üslup oluşturmakla kalmamış, üslubuyla, döneminde ve sonraki yüzyıllarda örnek alınan bir şair olmuştur. O yıllarda daha önce örneğine rastlanmayan bir gelenek oluşmuş ve eserlerini anlayabilmek için Nevâî sözlükleri hazırlanmıştır. O, eserleriyle ve telkinleriyle Türkçeyi sanat ve edebiyat dili yapmakla kalmamış; adını Nizâmî, Hüsrev, Hâfız ve Câmî gibi usta isimlerin yanına yazdırmayı başarmıştır.

Nevâî yalnızca bir şair ve müellif değildir. O, Türk-İslam medeniyetine emeği geçen ve onun önemli bir devresine damgasını vuran büyük bir düşünürdür aynı zamanda. Yaşadığı çağda dil, sanat ve edebiyatın gelişmesi için yaptığı katkılar bunun göstergesidir. Türkler ilk Rönesans’ını Herat’ta idrak ederken bu işin sanat ve edebiyat ayağında mirimiz Nevâî vardır.