Mehmet Akif’in Türkçesi

Mehmet Akif Ersoy’un hayatında önemli yer edinmiş isimlerden biri de Mithat Cemal Kuntay’dır.

Hayat hikâyesi 1885-1956 yılları arasına rastlayan Kuntay, ülkenin farklı dönemlerine tanıklık etmiş bir duygu ve düşünce adamıdır. Şiir, tiyatro, antoloji, roman, biyografi gibi türlerde eserler veren Mithat Cemal, gazetelerde fıkra ve makaleler de yazmıştır. Bununla birlikte Kuntay, kahramanlık ve vatan sevgisi temalarını işleyen şiirleriyle tanınmıştır. Tahran’da Millet Meclisi’ni topa tutan Muhammed Ali Şah’a hitaben Mehmet Akif’le birlikte yazdıkları “Acem Şâhına” isimli şiirle edebiyat çevrelerinin dikkatini çekmiştir.

Ona asıl şöhretini kazandıran Üç İstanbul adlı romanıdır. Eser, İstanbul’da II. Abdülhamid, Meşrutiyet ve Mütareke dönemlerinin toplum gerçeklerini yansıtması yönüyle Cumhuriyet devrinin en önemli romanları arasında sayılır. Roman, dizi film hâline getirilerek 1983 yılında TRT’de gösterilmiştir.

Mithat Cemal’i edebiyatımızda öne çıkaran özelliklerinden biri de Mehmet Akif Ersoy’la olan münasebetleridir. 1903 yılında tanıdığı Akif; ilerleyen yıllarda onun sadece hocası olmamış, aynı zamanda arkadaşı ve sırdaşı olmuştur. Kuntay’ın Akif’e olan hayranlığı ve yakınlığı, Mehmet Akif temalı eserler yazmasına vesile olmuştur. 1939, 1944 ve 1948 yıllarında yayımlanan Mehmet Âkif (Hayatı-Seciyesi-Sanatı), İstiklâl Şairi Mehmed Âkif ve Mehmed Âkif: Hayatı-Sanatı-Seciyesi-Seçme Şiirleri isimli çalışmalar, bu yakın ilişkinin hatırasını taşıyan ürünlerdir.

Mithat Cemal’in, Akif’te gördüğü yahut gözlemlediği, sonra çeşitli vesilelerle kâğıda döktüğü çok şey vardır. Kuşkusuz, paylaştığı tespit, müşahede ve tekliflerin hepsi değerlidir. Her biri Akif’le ilgili bir boşluğu doldurmuş veya eksikliği gidermiştir. Bununla birlikte şairin dil icrasına yönelik Kuntay’ın ortaya koyduğu şu hüküm, dikkat çekici ve son derece önemlidir:  

(Mehmed Âkif), Altı yedi Türkçe bilir: Divan Türkçesi, Tekke Türkçesi, Medrese Türkçesi, Tanzimat Türkçesi, Servet-i Fünûn Türkçesi, ev ve sokak Türkçesi!.. Hâsılı, Anadolu’nun en uzak yerindeki jargondan Beyoğlu’nun Dolapdere Mahallesi’ndeki argoya kadar bütün Türkçeleri bilir.

Bu sözler, yalnızca Safahat şairinin Türkçeye hâkimiyetini ve bu vukufiyetin sınırlarını göstermez. Özellikle Safahat’ta bir araya getirdiği manzumeler, şairin, Türkçenin zengin söz varlığından ve ifade imkânlarından ustalıkla istifade ettiğini gösterir. Manzum ve mensur eserleri birlikte ele alındığında şairin üslubundaki çeşitlilik ve renkliliğin diline de yansıdığı aşikârdır. Hareketli bir hayat süren Akif’in üslubu ve buna bağlı olarak dili de daima renkli ve canlı olmuştur.

Dikkatle incelendiğinde şiirleri üzerinde titizlikle çalıştığı, Türkçeyi her türlü duygu ve düşünceyi kolaylıkla ifade edebilecek bir şiir dili hüviyetiyle kullandığı görülür. Böyle bir dil ve üslupla tüm millete seslenmeyi başardığı muhakkaktır. Toplumun her kesimine hitap eden bu dil zengin ve renklidir.

Akif, yazı hayatında 3 ayrı dil anlayışının hâkim olduğu dönemlere tanıklık etmiştir. Fakat o, dil icrasıyla bunların hem dışında hem de üstünde kalmayı başarabilmiştir. Çok farklı konularda şiirler yazmakla beraber Akif’te aydın tabakadan en basit halk tabakasına kadar her sınıf ve zümrenin diline ait örneklere tesadüf etmek mümkündür.

Akif’te kendisini gösteren Türkçe; varyantları, kelime dağarcığı, söz dizimi, çeşnisi, telaffuzu, vurgusu, hâsılı tüm unsurlarıyla kadim medeniyetimizin dilidir. Metinlerde işlediği konuya göre dilini, ses tonunu, tarzını değiştiren Akif’in Türkçesi; kelime kadrosundan söyleyişe, cümle kuruluşundan vurguya bütün unsur ve birimleriyle medeniyetimizin dilidir. Esasen Mithat Cemal’in de işaret ettiği hakikat budur.