Hatırlıyorum da çocukken ne kadar da eğlenceli vakit geçirirdik. Mesela elimize bir değnek alıp onu at niyetine hiç durmadan yollarda koştururduk. Küçük bir akarsuyun önüne set yapar orada gemiler yüzdürürdük. Çamurdan evler, arabalar, bebekler ve hatta telsizler yapardık. Çimlerin üzerine uzanır saatlerce bulutları seyreder ve onları bir şeylere benzetmeye çalışırdık. Meyve ağaçlarının dallarından taze taze meyveler toplar yerdik. Kendi çabalarımızla kurduğumuz küçücük bahçemizin etrafını taşlarla çevirir ona bir şey olmasın diye sabah akşam başında bekler ve o bahçeyi sulardık. Tüm bunları yaparken de araya hiçbir aracı girmeden doğayı doğrudan gözlemleme ve olan biten her şeyi öğrenme fırsatı bulurduk. Bunların hiç birisini annemiz ya da babamız bize zorla yaptırmazdı. Hepsini biz içimizden geldiği için yapardık. Çünkü biz çocuktuk ve içimizdeki doğal keşif arzusu büyüklerimiz tarafından öldürülmemişti.
Peki, şimdiki çocuklarımız bunlardan hangilerini yapıyorlar? Ya da soruyu değiştirelim. Acaba çocuklarımıza bunları yapabilecekleri fırsatlar ve ortamlar sunuyor muyuz?

Yüksek apartmanların doğal ortamları kapladığı, giderek büyüyen şehir hayatı çocukları kısıtlı alanlara itmekte ve bu kısıtlı alanlar da yavaş yavaş kaybolmaktadır. Ailelerin içinde bulundukları yoğun çalışma tempoları da çocukları bu kısıtlı doğal ortamlardan yoğun ders programlarına ve kurslara sürüklemektedir. Hafta sonları gidilen alışveriş merkezlerini (!) saymazsak eğer, çocukların rahat şekilde hareket edebilecekleri alanlar giderek kaybolmaktadır. Bu alanlarla birlikte aslında çocuklar ve hatta çocukluk da kaybolmaktadır. Değnek atların, çamurdan evlerin, küçük kişisel bahçelerin, şekilli bulutların yerini artık çok fonksiyonlu oyuncak bebekler, oyun konsolları, televizyon ve bilgisayarın aldığı açık bir şekilde görülmektedir.

Doğal ortamlarda rahat bir şekilde hareket edemeyen tek eğlencesi televizyon, bilgisayar ve yemek olan çocukların hareketsiz kaldıkları, aşırı şekilde kilo aldıkları ama vücutlarının savunma mekanizmalarının giderek zayıfladığı ve tüm bunlarla birlikte strese bağlı hastalıkların da arttığı yadsınamaz bir gerçektir.

Çocuklarımızı tüm bu olumsuzluklardan korumak ve deşarj olmalarını sağlamak için onları doğal ortamlarla tanıştırmalı, burada kendi başlarına rahat bir şekilde araştırma yapabilecekleri ve birçok şey öğrenebilecekleri ortamlar oluşturmalıyız. Göreceğiz ki doğa onlara birçok şey öğretecek, hayal güçlerini ve yaratıcılıklarını geliştirecek, doğa bilincini kazandıracak, kendileri ve gelecek nesiller için doğaya sahip çıkmaları gerektiğini onlara anlatacaktır.

“Kuşlar güzel güzel cıvıldarken ve bir yaprak üzerinde kurt dolaşırken sen dil alıştırmalarına hemen ara ver. Bil ki kuş ve kurt çocuğa, daha iyi ve daha çok şey öğretir. Sen sadece sus.”  
PESTALOZZİ 
Alper Yusuf KÖROĞLU
KMÜ SHMYO Çocuk Gelişimi Bölümü
Öğretim Görevlisi