Ödül, Türkçe bir kelimedir. Sözlüklerdeki ilk anlamı “başarı karşılığında verilen armağan, mükâfat”tır. “Çeşitli yarışmalarda kazananlara verilmek üzere ortaya konan şeyler (altın, madalya, para, başarı belgesi vb.)” de birer ödüldür. Halk nazarında “bir iyiliğe karşılık olarak verilenler” de bu sözle anlatılır.

Kelime, dilimizin kadim metinlerinde “mükâfat, yarış mükâfatı” karşılıklarıyla yer alır. Kullanıma ve gelişen şartlara bağlı olarak bu tılsımlı sözcüğün anlam dünyası geçmişten bugüne genişlemiştir. Ancak bu eserlerde kelime, “ögdül, öndül” şekillerinde görülür. Arap harfli yazımda “g” sesinin “kef” harfiyle yazılması, kelimenin “nazal ne” ile “öndül” biçiminde okunmasına neden olmuştur. Bu bilgilere bakarak kelimenin “ög- (öv-)” fiilinden türetildiği söylenebilir. Esasen ödül de “bir kimseyi bir muvaffakiyeti, gayreti, meziyeti, kabiliyeti vesilesiyle övmek” demektir. Kutadgu Bilig, Dîvânu Lugâti’t-Türk gibi ata yadigârı eserlerimizde geçen “ögdi” (övgü, medh, sena) yapısı da bu düşünceyi teyit eder.

Türkologlar arasında kelimeyi “ög (akıl)” isim gövdesiyle ilişkilendirenler de vardır. Böyle düşünenlere göre ö(g)dül, “aklın ortaya koyduğu bir ürünü, yani başarıyı, hüneri takdir etmek” demektir.

Etimolojisi ve morfolojisi nasıl izah edilirse edilsin, kelimenin dağarcığında başarı, yetenek, zekâ ve üretim ile bunların kıymetbilenlerce görülüp takdir edilmesi, yani alkışlanması vardır.

Ödül, çift yönlü bir eylemdir. Dağarcığında alan için de veren için de bazı anlamlar taşır. Almak hüner, başarı, çaba gerektirir. Vermek için de farkı fark edebilecek bilgi ve kültüre sahip olmak, öne çıkan değeri alkışlayacak olgunluğu sergilemek lazımdır. Bir kişiyi bir ödüle layık görmenin cesaret istediği de unutulmamalıdır. Vermek almakta daha zordur.

İnsanların ilk ödülü, hayata adım attıkları ilk günlerde anne babalarından, yakınlarından aldıkları sevgi ve mutluluk dolu öpücüklerdir. Zamanla ödüller sözlü ifadelere, paraya, puana yahut birtakım somut nesnelere dönüşür. Aile büyüklerinin, öğretmenlerin, ustaların, hocaların ağzından çıkan “aferin, bravo” gibi sözler en kıymetli ödüller arasındadır. Yine öğrenciyken derslerde sıcağı sıcağına verilen yüksek puanlar da o günlerin unutulmaz ödüllerindendir.

Ödül bir motivasyon aracıdır. Geçmişten bugüne eğitim - öğretimin her kademesinde ve her türünde kullanılan bir yöntemdir. Güdüleyen ve harekete geçiren bir güce sahiptir. Mahiyeti ne olursa olsun, ödül, insanları daha iyisini yapmaya sevk ve teşvik eder. Bu durum, yaş fark etmeksizin herkes için geçerlidir. Takdir edilen insan da daha iyisini, güzelini ve özelini ortaya koymaya çalışır, gayret eder. Kültürümüzdeki “Marifet, iltifata tabidir.” şeklindeki özlü söz de bu hakikate işaret eder.

Ödül, bir keşif ve tanıtım aracıdır aynı zamanda. Sanat, edebiyat, spor, bilim gibi alanlarda yeni yetenekleri ortaya çıkaran, onların duyulmasını ve bilinmesini sağlayan da ödüllerdir. Birçok sanatçı, şair, yazar, düşünce adamı, sporcu kendi camiasına ve kariyerine ilk adımını böyle atmıştır.

İlkler önemlidir. Hayat, insanoğlunun karşısına “ilk” diye nitelendirilebilecek pek çok şey çıkarır. Okula gidilen ilk gün, ilk seyahat, okunan ilk kitap, alınan ilk karne, kaleme alınan ilk şiir, roman yahut ilk öykü, kazanılan ilk derece, alınan ilk ödül… Hepsi ömür boyu hatırlanır, asla unutulmaz. İnsan, bunları hafızasının ve gönlünün en müstesna yerlerinde muhafaza eder. Silinmesine, kaybolup gitmesine razı olmaz. Zamanı gelince özenle yerinden çıkarır; özlemle, şükranla yâd eder.

Mevla’ya hamd olsun, bugüne kadar ödül mahiyetinde değerlendirilebilecek işlerimiz, çalışmalarımız oldu. Bunların içinde bazılarının ayrı ve özel bir yeri var elbette. Mesela doktora tez savunmasında başarılı olup hocanın elinden cübbe giymek, bir akademisyen adayı için unutulmaz bir ödüldür. Yine yazılı ve sözlü sınav şeklinde ilerleyen doçentlik sürecini başarıyla tamamlayıp “doçent” payesine ulaşmak da bir başarı hikâyesidir. Yolu akademik ortamlara düşen herkes bunları pek ala bilir. Bununla birlikte çeşitli akademik, sosyal ve kültürel alanlarda takdim edilen belgeler de her zaman hatırlananlar arasındadır.

Hayatım boyunca yâd edeceğim bir başka ödülü almak da geçenlerde nasip oldu. Hem de Eskişehir’de!

Merkezi Eskişehir’de bulunan Kayıboyu Derneği, 11 Mayıs 2024 tarihinde şahsımla birlikte bazı bilim adamlarını ve sanatçıları “2. Geleneksel Yunus Emre Ödülü” ile onurlandırdı. (Programa ilişkin ayrıntılar için bk. https://www.karamangundem.com/yazarimiz-uysal-yunus-emre-odulune-layik-goruldu)

Dernek; Mihalıççık Belediyesi, Yunus Emre Yörük Türkmen Derneği ve diğer paydaşlarıyla birlikte Yunus Emre konulu araştırmalarıyla öne çıkan şair ve yazar Mustafa Özçelik, akademisyenler Orhan Kemal Tavukçu, Bayram Dalkılıç, Haşim Şahin, Gagavuz asıllı sanatçı Leonida Timuş’a ödüller verdi.

Akademik çalışmalarının yarıdan fazlası Karaman ve Yunus Emre üzerine olan Karamanlı bir araştırmacı olarak Eskişehir’de ödüle layık görülmek beni farklı duygulara gark etti. Çalışmalarıyla Büyük Yunus’un Karamanlı olduğunu ortaya koyan birinin, adı Yunus’la anılan bir başka şehirden böyle bir ödül alması sevindirici olduğu kadar şaşırtıcıydı. Mutlulukla başlayan ve bazı sorularla devam eden bir programın ardından Karaman’a döndüm.

Bu anlamlı ödüle layık gören, onu takdim eden, bizi orada misafir eden, ödül vesilesiyle takdir ve tebriklerini ileten herkese teşekkür ederim.