Cumhuriyet’in ilanından sonra eğitim ve kültür alanlarında gerçekleştirilen esaslı değişikliklerin başında 1 Kasım 1928 tarihinde yapılan harf inkılabı ile takip eden yıllarda önce Türk Tarih Kurumunun (1931), ardından Türk Dil Kurumunun (1932) kurulması gelir. İkinci tarih, bilim çevrelerinde Dil Devrimi’nin başlangıcı olarak da kabul edilir. Devrimin esası Türk dilinin tarihini araştırmak, onu yabancı ek ve kelimelerden arındırmaktır. Başlangıçta Türk Dili Tetkik Cemiyeti adını taşıyan Kurum’un ismi, öz görevine uygun olarak 1936 yılında Türk Dil Kurumu (=TDK) şeklinde değiştirilir. Yine aynı amaç ve plan doğrultusunda 26 Eylül - 5 Ekim 1932 tarihleri arasında İstanbul Dolmabahçe Sarayı’nda 1. Türk Dili Kurultayı tertip edilir. Kurum, daha sonra Türkçenin geçmişinin araştırılmasının yanında terimler başta olmak üzere dildeki yabancı kökenli kelimelere Türkçe karşılıklar bulunması, bunlar için halk ağzından kelimeler derlenmesi gibi yoğun bir programın içine girer. İşte -sal, -sel eklerinin dilimizdeki sergüzeşti, TDK’nin dile yerleşmiş Arapça ve Farsça unsurlara “Öz Türkçe” karşılıklar bulma çabasına giriştiği bu döneme rastlar.

Bugün yalnızca yazılı ve görüntülü yayın organlarında değil toplumun hemen her kesiminin dilinde misallerine fazlaca rastlanan -sal, -sel ekleri; toplumun, sanat ve bilim çevrelerinin, dilcilerin gündemine Dil Devrimi’ni takip eden günlerde girer. Tespit edebildiğimiz kadarıyla ekler, Şemsettin Sami’nin hazırladığı Kâmûs-ı Türkî (1901) ile sözlük tarihimizde Latin harfleriyle yayımlanmış ilk tek dilli sözlük olan İbrahim Alâettin’in (Gövsa) harf inkılabından kısa bir süre sonra hazırladığı Yeni Türk Lûgati’nde (1930) yoktur. Bu ekleri almış kelimelerin sözlüklere yansıması, TDK’nin 1942’de yayımladığı Felsefe ve Gramer Terimleri isimli kılavuz ile kuruluşundan 13 sene sonra çıkardığı ilk Türkçe Sözlük’le gerçekleşir. Kılavuzda geçen -sal, -sel’li örneklerden bir kısmı şöyledir: anlıksal, ansal (zihnî), bilimsel, bireysel, duygusal, mantıksal, ruhsal, toplumsal. 1945 yılında kullanıcıların istifadesine sunulan ilk sözlükte ise daha çok misalle karşılaşılır. İki eserde yer alan örnekler, söz konusu eklerin, kökenlerine bakılmaksızın, her kelimeye getirilebildiğini göstermektedir. Ayrıca böyle kelimelerin, dönemin gazete ve dergileri ile sanatçılarının, bilginlerinin dilinde olabileceğine dair güçlü bir fikir vermektedir.

-sal, -sel eklerinin Türkçedeki yaşam öyküsüne dair Felsefe ve Gramer Terimleri isimli kılavuz üzerine yapılan ilmî müzakerelerde bazı bilgiler bulmak mümkün. Hasan Eren’in aktardığı notlara göre Millî Eğitim Bakanlığı, 1952 yılında bu kılavuzdaki bellek, bilinç, birey, etki gibi bazı terimlere gösterilen tepkiler üzerine bir komisyon kurar. Peyami Safa, Hasan Eren, Mehmet Ali Ağakay, Nihat Sami Banarlı gibi sanatçı ve bilginlerden müteşekkil kurulda hararetli tartışmalar yaşanır. Eren’in ifadesine göre, toplantılarda “ağır saldırıya uğrayan” eklerden biri de -sal, -sel’dir. Fakat müzakereler sırasında Peyami Safa’nın örnek vermek amacıyla Fransızcadan tercüme ettiği bir cümlede “anıtsal” kelimesinin “monumental”den daha güzel durduğunu söylemesi, toplantıda eke dair olumlu bir havanın esmesine neden olur. Müzakereciler arasında yer alan Banarlı bu duruma itiraz etse de toplantıda söz konusu eklerin Türkçe asıllı kelimelere getirilerek işletilmesi yönünde bir ilke kararı alınır. Ne var ki ilerleyen günlerde ortaya çıkan bir kısmı gereksiz bir kısmı yanlış onlarca misal; heyetçe alınan kararın uzun ömürlü olmadığını açıkça göstermektedir.

Menşei ve Yapısı

Tüm yabancılığına, dahası çirkinliğine rağmen dilimizdeki işlekliği günbegün artan -sal, -sel eklerinin menşei konusunda birkaç fikir var. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Tahsin Banguoğlu, Ömer Asım Aksoy, Hasan Eren, Zeynep Korkmaz, Nihat Sami Banarlı gibi isimlerin görüşlerini iki grupta toplamak mümkün: kumsal (<kum-sal) ve uysal (<uy-sal) kelimelerinden hareketle ekin Türkçe kaynaklı olduğunu iddia edip zamanla işlevinin ve kullanım alanının genişlediğini düşünen ve bunu makul karşılayan kesim; bir de aslı -al, -el olan ekin Latin kökenli olduğunu, Fransızca aracılığıyla Türkçeye geçtiğini, siyasal (<siyasa-l) ve ulusal (<ulus-al) kelimelerinin -sal biçiminde yanlış ayrılmasına bağlı olarak bu hecenin bir ek gibi görüldüğünü dile getiren kesim. İkinci grupta yer alanların diğerine nazaran baskın olduğunu, şahsi kanaatimizin de bu istikamette olduğunu belirtmekte yarar var.

Türkçedeki Anlamı

Görüldüğü üzere -sal, -sel; Dil Devrimi’nin bakiyesi olan yapılardan biridir. Bunlar Türkçeye yerleşmiş askerî, dinî, fikrî, ilmî, tarihî gibi birçok kelimedeki Arapça nispet ekinin (î) yerini tutmak üzere yararlanılan ve getirildiği kelimeye “nispet (bağıntı, ilgi) bildirme, ait olma” anlamı veren eklerdir. Aslında dilimizde bu görev, söz konusu ekler kullanılmadan belirtisiz isim tamlaması yoluyla yahut aynı anlamı veren benzer işlevli ekleri (-an, -en, -ça, -çe, -lı, -li, -lık, -lik, -sız, -siz gibi) ve yapıları (-la ilgili olan, olan, -an olan kimse, -dan olan kimse vb.) kullanmak suretiyle sağlanabilmektedir. Dünyanın en kadim dilleri arasında yer alan Türkçe, bu tarz farklı ifade imkânlarına, anlatım yollarına sahip güçlü ve zengin bir dildir. Nitekim mezkûr eklerin pek çok misalde Arapça nispet ekinin yerini tutması da mümkün değildir. Tutmadığı da hemen göze çarpmaktadır. Mesela, -sal, -sel ekleri “Arap’la ilgili olan, Arapça” anlamlarına gelen Arabî kelimesindeki nispet i’sini karşılamada yetersizdir. D. Mehmet Doğan’ın da belirttiği üzere, Türkî kelimesi yerine Türksel biçimini kullanmak asla mümkün değildir. Fakat mevcut tablo, ileride işin bu noktaya gelebileceğini düşündürmektedir.

Örnekler

Bazı araştırmacıların “sal”lanan, bazılarının da “sala bindirilip sele verilen” diye nitelediği bu kelimeler, Türkçede 1940’lı yıllardan bu yana her geçen gün artmıştır ne yazık ki. Hakkında birtakım tartışmaların yapılması; Türkçeye yabancılığı, aykırılığı üzerine pek çok yazının kaleme alınması “sallanan yahut sele verilen kelimeler”in sayısını azaltmadığı gibi bilakis eke olan ilgiyi artırmıştır. Dilimizin binlerce yıllık yapısına tamamen aykırı olan yeni şekillerle ekimiz, daha yaygın ve hemen her kelimenin sonuna ulanır hâle gelmiştir. Ne acıdır ki eğit-sel, gör-sel, işit-sel, yönet-sel gibi yanlış fakat söylendiğinde kullanıcısına, sözüm ona, entelektüellik ve modernlik havası katan, dillerinde de biraz öz Türkçe algısı oluşturan biçimlerin cazibesi gün geçtikçe artmaktadır. Akademik çalışmalarda, tezlerde, felsefi ve edebî metinlerde bu acı tablonun örnekleri hemen göze çarpıyor. Bunun yanında siyasetçiler, sanatkârlar başta olmak üzere birçok ilim, kalem ve kürsü erbabının dilinde de bu kelimeleri duymak mümkün.

D. Mehmet Doğan imzalı Doğan Büyük Türkçe Sözlük’ün son baskısında geçen, mevcut diğer güncel sözlüklerde de kendisine yer bulan birçok örnekten bir kısmı şöyle: anıtsal (abidevî, anıtlık), belgesel (belge niteliği taşıyan, belgelik), çevresel (çevrelik), çevrimsel (devrî, çevrimlik), çözümsel (çözümlemeli, çözümlü, tahlili, analitik), evsel (evle ilgili, eve ait), göksel (semavî, gökçül), görsel (görmekle ilgili, plastik, görüntü, fotoğraf, resim), işlevsel (işlevli, işe yarar, fonksiyonel) vb. Gelenekselci, gelenekselleştirme, görsellik, görsel sanatlar (uzmanı), küreselleşme, yapısalcılık, zihinsel engelliler (öğretmeni) gibi türemiş biçimler, tamlama ve birleşikler ise ekin Türkçedeki yerini iyice sağlamlaştırdığını gösteriyor.

Sonuç

Türkçedeki alıntı unsurlara öz Türkçe karşılıklar bulma çabalarının acı mahsulleri arasında yer alan -sal, -sel ekleri; Dil Devrimi’nin kötü bir mirası olarak dilde yaşamaya devam ediyor. Üstüne üstlük her geçen gün etkinliğini artırıyor, kullanım sahasını genişletiyor. Başlangıçta dar bir alanda yararlanıldığı ve belirli kelimelere eklendiği anlaşılan bu ekler; bir yandan Türkçe fiil kök veya gövdelerine getirilmek suretiyle dilin yerleşik kaidelerinin dışına çıkılmasına da yol açarken diğer yandan emsal teşkil ederek pek çok olumsuz örneğin ortaya çıkışına zemin hazırlamıştır. Kelimelerin tahrifi yalnızca isimlerle ve Türkçeyle kalmamış, dilimizdeki birçok Doğu yahut Batı kökenli kelime, bu “katil” ekten nasibini almıştır: ahlaksal, aletsel, bedensel, düşünsel, göndergesel, parasal, partisel, primsel, puansal vb.

O dönemde dildeki “yabancı” unsurları ayıklamak isterken dilin bünyesine daha yabancı olan, yabancılıkla kalmayıp aynı zamanda zarar da veren başka ögelerin dile yerleşmesine fırsat verilmiştir. Ne yazık ki bu ameliyeler; Türkçenin binlerce yıllık birikimini yok ettiği gibi, tarihini hiçe sayan, kaidelerini çiğneyen, dilin kendi mecrasında tabiî gelişimini engelleyen pek çok unsurun dilde neşvünema bulmasına yol açmıştır.