Yûnus’tan El Almış Bir Şair: Bekir Sıtkı Erdoğan

Kara gözlüm, efkârlanma gül gayrı!

İbibikler, öter ötmez ordayım.

Mektubunda diyorsun ki: “Gel gayrı!”

Sütler kaymak tutar tutmaz ordayım. (“Kışlada Bahar”)

*

Gurbetten gelmişim, yorgunum hancı!

Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş…

Aman karanlığı görmesin gözüm!

Beyaz perdeleri, ger yavaş yavaş. (“Hancı”)

*

Gariplik tuttu boynumdan;

Büker Mevla’ya Mevla’ya...

Gözüm her derdi gönlümden

Döker Mevla’ya Mevla’ya... (“İhlas Kasidesi”)

Yolu edebiyata, şiire, müziğe veya dinî musikiye düşüp de bu mısraları okumayan, duymayan yoktur.

Karamanlı din âlimi Yahya Bey ile Adviye Hanım’ın en büyük çocuğu olarak dünyaya gelen Bekir Sıtkı Erdoğan, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin güçlü isimlerinden biridir. Erdoğan, 8 Aralık 1926 tarihinde Karaman’da doğar. 24 Ağustos 2014’te İstanbul’da hayata veda eder. Vasiyeti üzerine “Hasretliğim üzüle üzüle bitmez” dediği Karaman’da aile mezarlığına defnedilir.

Edebiyat ansiklopedileri onu şairliğinin yanında asker ve öğretmen hüviyetleriyle de anar. Şiirinde baştan sona kendini hissettiren nizam intizam ile Türkçedeki başarısında, Allah vergisi meziyetlerinin yanında bu iki güzide mesleğin kendisine kazandırdığı disiplin ve bilgi birikiminin de payı olmalıdır. Önce Kuleli Askerî Lisesini, ardından çok istediği edebiyat tahsili için Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirir. Uzunca bir süre çeşitli askerî okullarda, İstanbul’da muhtelif liselerde öğretmenlik yapar “Kışlada Bahar” şairi. Bu meslekleri icra ederken heybesinden hiç eksik etmediği bir şey vardır: şiir.

“Binbirinci Gece” yahut yaygın adı olan “Hancı” manzumesiyle edebiyat çevrelerinin dikkatini çeken Bekir Sıtkı, şiirleriyle her daim sanat ve kültür muhitlerinin ilgisine mazhar olmuştur. Bu teveccüh kısa zaman sonra bir keşfe dönüşmüş ve onun “Hancı”, “Kışlada Bahar”, “Eminem”, “Zelzele”, “İhlas Kasidesi” gibi birçok manzumesi bestelenmiştir.

Bazı neşidelerinde “Sıtkı”, “Bekir Sıtkı” mahlaslarına tesadüf edilen Erdoğan’ın şiir tutkusu, sadece nefis eserler ortaya koymakla neticelenmez. Bu güçlü arzu, dili başarılı bir şekilde kullanmayı da beraberinde getirir. Elde ettiği başarıda aldığı dil ve edebiyat tahsilinin de payı vardır elbette. Ne var ki pek çok şair ve yazar gibi Bekir Sıtkı Erdoğan da bugüne kadar dil icrası yönüyle bir incelemeye konu olmamıştır. Bu açıdan kaderi, Türk edebiyatındaki bazı şair ve yazarlara benzer. Ahmet Hamdi Tanpınar, Sezai Karakoç, Necip Fazıl Kısakürek gibi sanatkârlar edebiyat, şahsiyet ve sanat amaçlı birçok araştırmaya konu olurken dil icrası bakımından aynı ilgiyi görmemiş, hep ihmal edilmiştir.

Bekir Sıtkı Erdoğan’ın şiirleri, kadim medeniyetimizde sade fakat zengin Türkçeyle söylenmiş şiirleri anımsatır. Hatta o zengin külliyattan bazı kesitler sunar. İster heceyle ister aruzla olsun, şiirlerini okuyanlar yahut bestesini dinleyenler mutlaka fark etmişlerdir. Onun kullandığı kelimeler, hemen herkesin bildiği yahut aşina olduğu kelimelerdir. Fakat bu sözcükler yan yana geldiğinde Yûnus’un ve diğer bazı ozanların sadelikle yoğunluğu birleştirdiği deyişlerine yakın mısralar ortaya çıkar. Nitekim şairin en belirgin vasfı, “Yunuslayın” yalın ve temiz bir Türkçe kullanmasıdır. Edebiyat çevreleri de onu Türkçe sevdası ve hassasiyetiyle tanıtmıştır. Söyleyişte sadelik ve anlam yoğunluğunu bir araya getiren ustalığıyla Bekir Sıtkı, kelimelerin efendisi olarak kabul görmüştür.  

Şiirlerini Bir Yağmur Başladı (1949) ve Dostlar Başına (1965) isimli kitaplarda bir araya getiren ve henüz basılmamış kitapları bulunan Erdoğan, yalnızca “yazıla yazıla bitmez” dediği memleketinin değil Türkiye’nin bir değeridir. Onun, badeli bir âşık olup olmadığı bilinmez ama şiirlerindeki lirizme, Türkçesindeki lezzete vâkıf olan herkes Yûnus’tan el almış olabileceği düşüncesindedir.

Karaman, bir Karaman sevdalısı olan öz evladı Bekir Sıtkı Erdoğan’a vefa borcunu ödemeli, onu toprağın insafına bırakmamalıdır. Bu hayırlı işe de usta kalem Ahmet Tek’in bir süre önce köşesinde dile getirdiği gibi ona hiç yakışmayan ebedî yurdundan başlamalıdır. Ardından atılacak başka adımlarla şairin, öz yurdunun bir değeri olduğu gösterilmelidir.

Peki, neler yapılmalıdır?

Mesela Bekir Sıtkı Erdoğan’ın mevcut kitaplarına girmemiş şiirleri, yazıları ve rubaileriyle beraber bir divanı vücuda getirilmelidir. Basılmamış eserleri (Sabır Sarmaşıkları ve Elif Divanı) yayımlanmalı, adına düzenli olarak tertip edilecek olan “Karaman Bekir Sıtkı Erdoğan Şiir Yarışması” ile sanatçı her daim yaşatılmalıdır. Böyle bir yarışma, şairin başarılı olduğu ve bir edebî geleneği diri tutma gayreti içinde görüldüğü “rubai” türü için ayrıca yapılabilir. Tarihî Karaman evlerinden birinin şairin bazı eşyaları kullanılarak “Bekir Sıtkı Erdoğan Evi” olarak tanzim ve tefriş edilmesi ise yapılabilecek en iyi hizmettir.

Tanrı bir pırlanta yıldız taktı Sıtkı’m burcuna

Ah ne hoş, üstünde bir altın hilal olmak ne hoş…

diyen sanatçıya, emanetlerine, geride bıraktıklarına, bilhassa tertemiz Türkçesine sahip çıkmak Karaman’ın öz görevidir. Hemşerilik de kadirşinaslık da akıl ve mantık da bunu gerektirir.