“Dikkat, dikkat, Karamanımızın tanınmış simalarından pastaneci Deli Sait vefat etmiştir. Öğle namazını müteakip(5 Ekim) musallada cenaze namazı kılınacaktır”
1970’li yıllarda Karaman halkı bu ilanı Karaman Belediyesi’nin hoparlörlerinden dinlerler ve hemen Deli Sait’in pastanesine koşarlar ama bulamazlar.
Deli Sait’le belediyeye ilan veren içki bayii Selek, bir faytona binmişler İstasyon yolunda gezintiye çıkmışlardır.
İçki bayii Selek, Dersim olayının ardından Karaman’a sürgüne gönderilen hem Alevi, hem Kürt, hem de 1970’li yıllarda komünist hareketlerin finansörü kabul edilen Selek’lerden biri.
Deli Sait ise, hacı, Kadiri tarikatına bağlı, cömert mi cömert, beş vakit namazını Şabaniye Camii’nde kılan biri.
Karaman’ın evsiz barksız, sahipsiz delilerinin hamisi/koruyucusu olduğundan, delilerin hepsi pastaneden yiyip içtiğinden adına “Deli Sait” deyivermişler.
Deli Sait ile içki bayii, hem Kürt, hem Alevi, hem komünist alan Selek’in arasında hiçbir sorun olmadığı gibi Karaman’ın ağzını tatlandırmak için birbirlerine yaptıkları şakaları da piyasaya sürüverirler ve arkasından haftada bir faytona binip İstasyon yolunda birlikte seyire çıkarlar.

12 Mart muhtırasının ardından hapishaneler okumuş insanlarla doldurulduğu için ben de Karaman Hapishanesi’ne bir kütüphane açtığımda 114 kitabın mahkûmlara alınıp verilmesi işini Karaman İşçi Partisi Başkanı Esat Özatay’a vermiştim ve o da çok güzel kütüphane müdürlüğü yaparken 114 kitabı kendisi de okuyup bitirmiş ve çıkınca İşçi Partisi’nde görevini devam ettirmemişti. Bu kütüphane açma olayını 21/01/2011 tarihli makalemde “HAPİSHANEDEN KİTAP ÇALAN MAHKUM” başlığı altında bu sütunda yayınlamıştım.

1991 yılında Ayasofya Camii’nin kıble tarafında Osmanlı döneminde yapılan yüz metrekarelik giriş bölümünde bir Pazar günü öğle namazı kıldırarak ibadete açtım.

İbadete açılan yer, Ayasofya değil.
Halkın yüzde doksan sekizinin ağzını kapatmak için açılan yerdir.
İlk Cuma günü yaptığım vaazda namaz kıldığımız yerin Ayasofya olmadığını anlatınca cemaatten biri, “Buna da çok şükür hocam” dedi.
Gözümün önüne Deli Sait geliverdi.
Kendisinden dinlemiştim, Sarıveliler ilçesindeki medreseyi yıkmak, hocalarını Konya’ya götürmek için gelen jandarmayla çatışmaya girerek suçlu duruma girdiklerini, dağa çıktıklarını, yıllarca kaçak yaşadığını genel afta Karaman’a geldiğini anlatırken, Torosların tepesinde Ekim ayında yüz kadar Çingen’in Silifke’ye doğru kafile halinde gittiklerini görürler.

İki eşkıya onlara “Durun” derler yüz kişi durur.
“Kalbur dokuyarak, sepet örerek kazandığınız paraları soyulun” derler.
Ağlaya sızlaya soyulurlar. Yüz lira kadar para çıkar.
“Ağam etme eyleme, altı ayda kazandık, altı ay onu yiyeceğiz” dedilerse de iki dipçik vurup gönderirler.
Yüz kişilik kafile hem gider hem dönüp dilenen gözlerle bakarlar.
“Ne de olsa hoca görmüş adam olarak çeri başını çağırdım beş lira verdim.
Çeri başı ayağıma kapandı öptü, teşekkür etti, dua ederek gitti.
Kafile beş lirayı verdiğimi duyunca ağlamayı kestiler ve dua etmeye başladılar. Ondan sonra Karaman’dan Silifke’ye kadar adımız iyi eşkıyaya çıktı” demişti.
Durumumuz, Deli Sait’in soyduğu Çingenelerden kötü.
Deli Sait aldığının yüzde beşini vermiş.
Bunlar Ayasofya’nın yüzde birini bile vermemişler.
Deli Sait, aldığı anda vermiş, bunlar yetmiş yıl sonra veriyorlar dedim.
Dedim ama bu konuşma, bir kaç gazetede yarım sayfa halinde yayınlandı.
Ankara’dan bir telefon, “Başkanımız, yazıyı bize okudu ve çok memnun olduğunu okuyuşundan anladım. Ama bunlar hem sever hem boğarlar. Teftiş gelebilir, dikkatli ol” diyor.
Teftiş geldi, beni Ayasofya’dan aldılar.