Ankara’da bir meltem esti. Daha sonra bu meltem istikrarlı bir rüzgara dönüştü ve Memleketimizin beklediği siyasi istikrar ortamı sağlandı. Bu rüzgarın adı Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül idi. Bu iki kaptan rüzgarı iyi kullanarak gemiyi idare ettiler idare etmeye de devam ediyorlar. Üstelik hatırı sayılır bir kurmay kadro ile...

AK Parti aradan geçen 12 yıldan sonra artık kurumsallaşmış, siyasi kadrolarını oluşturmuş, çeşitli görevlere gelecek insanlarını yıllar önceden yetiştiren hazırlayan ve liyakatli kimselere görev teslim eden bir yapıya bürünmüş olması lazım idi.
Karaman’da bunun ilk olumlu örneğini Belediye Başkan Adayı Ertuğrul Çalışkan’da görüyoruz. Kerim Dereli, Celalettin Güngörer, Ahmet Akça gibi pek çok isimde de bu olgunluk gözleniyor.
Ne var ki Ankara’da sağlanan o kurumsallaşma taşra genelinde, tabii ki Karaman’da da oturmuş değil.
Görevi süresince Belediye Başkanı Kamil Uğurlu ile cebelleşen Belediye Meclis üyelerinden bazıları gibi bariz örnekleri sıralamak mümkün.
Bakan Lütfi Elvan’ın Karaman’da estirdiği güzel hava Ak Partinin Karamandaki gücüne bir canlılık bir tazelik getirdi.
Ak Parti Karaman teşkilatı da oluşan bu olumlu iklimden yararlanarak AK bağrındaki küçük ama mide bulandıran olumsuzluklardan kurtulup köklü de bir temizlik yapmak zorundadır.
Öyle bir yapılanma var ki: Sabahtan akşama sağda solda sadece çay içen, geyik yapan, arada bir fitne fesat üretip, kapıları usulca kapattıktan sonra odada bulunmayan tüm insanlar hakkında hikayeler üreten rol sahipleri var.
Sabahtan akşama iftira üretip, bu iftiralarını resmi kanallara taşıyanlar var. Üstelik bir seferinde bir şey tutturamadıktan sonra bunu 3-5 kez tekrarlayıp, sadece taciz, tahrik ve engelleme yapmak amacında olanlar var. Bir Belediye Başkanını birlikte seçildikleri halde, seçimden hemen sonra taciz ederek "Üstüne gidip kaçıracağız" diye itirafta bulunanlar var. Üstelik bunu en üst kademelerin de bildiği gibi açık açık ifade edenler var. 
Hem de bu iftiracılar, sahip olmadıkları tüm güzel erdemler nedeni ile toplum içinde, kızarmamış yüzlerle gezip, iftara ederek karalayamadıkları, iyiliklerinden dolayı kendilerini ezik hissettikleri kişilerin karşısında bile pişmiş kelle gibi sırıtabilmekteler.
Bu açıdan bakılınca 3 gurup mevcut.
Hayatları gırgır, mavra, boşluk ve hiçlikle dolu olup, nokta kadar menfaat sağlamayan, fikir üretmeyen, üretime katkıda bulunmayan, kuru kalabalık eden ve karşılığında da nokta kadar, eften püften kişisel menfaatler bekleyenler. Bir zararları yok gibi görünse de varlıkları bir yük ve kuru kalabalıkları başlı başına zarar.
İkinci gurupta ise önüne gelene saldıran, kişisel hatalarına kılıf uydurmak adına üste çıkmaya çalışanlar. Bunlar hem kendilerine hem partilerine hem de memlekete ve millete zarar verenler. Bunların şerlerinden korkulduğundandır, kimse de bunlara “yaptığın yanlış, dur yapma” ya da bu ikazları dinlemediği zaman “kapı su tarafta haydi güle güle” demiyor, diyemiyor.
Büyük bir memnuiyetle de söyleyelim ki bunların sayıları genel yekün içinde çok az. Verdikleri  zarar çok ama sayıları yüzdelik rakamlarında çok az.
Bunun dışında kalanlar gerçekten işlerinin ehli, olumlu karakter yapısında insanlar. Ama ne kadar iyi, ne kadar da çok olsalar bu bir avuçun yaptığı yanlışın faturasını da ödemek sorunda kalıyorlar. AK adları kararıyor.
Gün bu gündür. AK olma iddiası önemli bir iddiadır. Bir avucun bu akı karaya büründürmesine neden göz yumulsun ki.
Köklü, prensipli ve acil bir temizlik ihtiyacı elzem görünüyor. Bu bir avucun varlığından dolayı aktif siyasetin ve partinin dışında kalmayı tercih eden ve liyakatin üst mertebesindeki insanların beklediği de belki bu temizlik. Öyle ya “Arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” Atasözümüz çok güzel ve yerindedir. Pek çok iyi insan o bir avuçla aynı yerde olmak istemiyor.
Gönül adı gibi temsilcilerinin de yüzde yüz Ak olduğu siyasi oluşumlar görmek istiyor.