Tasavvuf, nefsin ölümü demektir. Ruhun başka bir bedende can bulması, ruhun olgunlaşması anlamına gelmektedir. Bir bakıma da akılla imanın mücadelesidir. Akıl mı önde olmalı, yoksa iman mı? gibi soruların cevabını aramaktadır. 

Filibeli Ahmet Hilmi’nin “A’mak-ı Hayal”  adlı eseri de bu konuya ışık tutmuştur. Tasavvufun inceliklerini, iyi bir mutasavvıf olabilmenin sırlarını yansıtmıştır. Eserde, hayatının hiçliklerden ibaret olduğunu düşünen, kendi varlığının dahi bir hiç olduğunu savunan, bu bocalama içerisinde yanlış yollara sapan, tabir yerindeyse, çamurun içinde çırpındıkça daha çok batan bir gencin tasavvuf ehli bir mutasavvıf ile karşılaştıktan sonra hayatının nasıl değiştiğini, nefsi ile olan mücadelesini ve bu mücadele sırasında iç dünyasında yaşadığı çeşitli sorunları anlatmaktadır. 

Hiçlikte kendini bulmak, yoklukta varlığı aramak, birin ikiye, ikinin bire denk olduğunu, insanın ruh dünyasının ve görüş mesafesinin aslında ne kadar derin anlamlarla dolu olduğunu, bakmakla görmenin birbirinden çok farklı olduğunu, hayat ile mematın sadece bir çizgiden ibaret olmadığını anlatmaktadır.

Bazen insan yaşadığı hayatta birçok şeyi anlamlandıramaz. Mantığının kabul etmediği bir şeyi kabullenmekte zorluk çeker. Aklı duygularının önüne geçtiği zaman cevabını bulamadığı soru deryasında bocalar durur. Bu da anlamsız bir ömür sürülmesine neden olur. Bunun nedeni de her şeyi somutlaştırmak, varlıkları elle tutulur, gözle görülür hale getirebilmek çabamızdan kaynaklanmaktadır. Sorgulamak, nereden geldiğini, nereye gittiğini merak etmek insanın varlığının getirdiği bir şeydir. Bu, hiçbir zaman değişmemiş, bundan sonra da değişmeyecektir; fakat insanın hayatta gördükleri kadar göremedikleri de vardır, eliyle tutamadığı, bir mantığa oturtamadığı… Bunun insanın aciz bir varlık olduğundan ya da madalyonun arka yüzünü görememesinden kaynaklandığı ileri sürülebilir. 

“A’mak-ı Hayal” eseri bu konuları çok güzel bir dille okuyucusuna yansıtmış, insanların iç dünyasında cevabını bulamadığı sorulara cevap bulabilmesine imkân sağlamıştır. Sıradan bir insanken toplum karşısında saygı duyulan ve itibar gösterilen bir insan haline gelebilmenin yollarını göstermiştir. “Hayalin Derinliği” anlamına gelen bu eser, çoğu insanın kendi yaşadığı hayatı daha iyi sorgulamasını, hayat içindeki rolünü ve insan ruhunun gözle görülen bir bedenden ibaret olmadığını anlatmıştır.