Hayat, yağmur bulutuna benzer, bazen de sisli bir geceye! 
Şöyle bir eser delidolu yüzümüze karşı, sonra kurumuş bir dal gibi yapraklarını döker kafamızdan aşağı doğru. 
Güzel günler geçiririz bazen. 
Güldüğümüz an her şeyi unuturuz; belki de unuttuğumuzu zannederiz. 
Hani hayatta “keşke” deriz ya, hani şu küçücük ömrümüze o “keşke”leri de sığdırırız ya! 
Hani pişmanlık duyarız ya, evet işte hayat budur. 
Ama bu kimilerince hayatın üzerlerine çöktüğü karanlık gölgesidir ya da hayatın bir cilvesi. 
Aslında gerçek hayat bana göre bugünün ve yarının insanları düşünülerek planlanan ve onlar için yaşama gayesiyle gerçekleştirilen hayattır.
 
Demiyor mu ki ALLAH Resulü; ölüm gelmeden hayatın, fakirlik gelmeden zenginliğin, meşguliyet gelmeden boş vaktin, hastalık gelmeden sağlığın, yaşlılık gelmeden gençliğin değeri bilinmelidir. 
Maalesef ki her gerçeği unuttuğumuz gibi, bu gerçekleri de unutmaktayız. Hayatımızın garantisi varmışçasına yaşamaktayız. 
Bir ütünün bile belli bir garantisi var, ya insan ömrünün? 
Belki de beş yıl, on yıl sonra menfaatleri için birbirleriyle çekişme ve didişme içinde olan varlıklardan farkımız olmayacak. 
Ve bir gün gelecek aydınlıklar yerini bırakacak karanlıklara ve o zaman ne gençliğimiz kalacak gülüp eğlendiğimiz, ne rahat nefes alabildiğimiz bir sağlığımız olmayacak. 
Ama bunları yaşarken düşünmemiz veya düşünürken yaşamamız biraz olanaksız gibi gelir. 
Hayatta bazen her şey yolunda gitmez. Hayal kırıklıkları yaşayabiliriz; ben bunu balıkların su yüzüne çıkıp karada ölmesine benzetiyorum… 
Ama önemli olan yaşadığımız bu hayattan, acısıyla tatlısıyla ders çıkarmayı bilmektir; çünkü hayat bir deniz, bizde üzerinde sürüklenen bir yelkeniz.