Yine uzun bir aradan sonra birlikteyiz, aslında zaman çabuk geçiyor. Belki de bize öyle geliyor. Günler, aylar, yıllar arasında her şey değişiyor. Bizler de değişiyoruz.

Önceki yazılarımda da çokça bahsettim. İyi olmak ya da kötü olmak tercih etmek bizim elimizde...

Bir başka soru soralım kendimize biz neyiz.  İnsan mıyız?

İnsan mıyız, yoksa insan olmaya mı çalışıyoruz.

Mesele ne olduğumuzu anlayabilmekte, varlığımız ne için bizim, akıp giden, bize hızlı gelen bu ömrün sonunda ne bıraktıklarımızda. Geriye dönüp bakıyoruz, elbette zaman değişiyor, zamanla insan da değişiyor.

Konuşun, düşünün birazda kendinizle konuşun.

Ne güzeldir gülün görüntüsü, bülbülün sesi, olur mu hiç zararı birbirine olmaz mı?

Gül dağıtan bülbül,

Bülbülü yutan yılan,

Yılanı ezen insan,

Ya insana kıyan…

Soralım kendimize, gelip geçen bu yalan dünya da, ne arıyoruz.  Karanlığın aydınlığı olur mu? Aydınlık diye baktığımız yerde karanlık, karanlık diye baktığımız yerde aydınlık var belki de…

Hani hep söyleriz ya; her şeyin hayırlısı diye.

Ne diyor peki bize: “Sizin hayır sandığınız şer, şer sandığınız şeyde hayır vardır. Allah(c.c.) bilir, siz bilmezsiniz.”

Yaşamak ne için…

İnsan olmak mı kolay, insan olmaya çalışmak mı kolay…

Yine bir hikâye ile bize düşen neymiş bakalım...

Halife Harun er-Reşid’e, o zamanın Fransa kralı bir gül fidanı hediye etmişti. Harun Reşid, o gül fidanına çok itibar göstererek bahçıvana verdi ve:

– Buna iyi bak. Bahçeye dik. Yetiştiği zaman da ilk çiçeğinden bana getir, dedi.

Bahçıvan gülü bahçeye dikti. Gül çok güzel olmuştu. Aradan zaman geçti, çok güzel bir gül açtı. Bahçıvan gülü koparmak için o tarafa doğru giderken, gülün dalına konmuş bir bülbülün yanık yanık öttüğünü görüp onu seyre daldı.

– Nasıl olsa uçar gider. Ben de ondan sonra koparırım, diyordu. Fakat yazık ki, bülbül bir hayli öttükten sonra gülü darmadağın etti. Bahçıvan çok üzülmüştü.

Ne diyecekti şimdi padişaha…

Doğru padişahın huzuruna çıkıp meseleyi anlattı ve üzüntüsünü bildirdi. Halife üzülmemesini söyledikten sonra:

– Bu dünyaya etme bulma dünyası derler. Bu dünya bülbüle de kalmaz, canın sağ olsun, dedi ve bahçıvanı affetti.

Aradan zaman geçti. Bahçıvan bir gün o bülbülü bir yılanın yutmakta olduğunu görüp doğru halifenin huzuruna çıkıp vaziyeti anlattı.

– Efendim, keramet gösterdiniz. Hakikaten dünya bülbüle kalmadı, dedi.

Padişah yine aynı sözleri tekrarlayarak:  Bu dünya yılana da kalmaz. O da bir gün belasını bulur, dedi.

Bir gün o yılan bahçe sulamakta olan bahçıvanın ayaklarına doğru hücum etti. Bahçıvan yılandan daha çabuk davranıp elindeki kürekle yılanı ortadan ikiye böldü ve öldürdükten sonra halifenin huzuruna çıkıp meseleyi anlattı. 

Halife yine aynı şekilde: Bu dünya sana da kalmaz. Sen de bulursun bir gün belanı, dedi.

Olacak ya, bir suçundan dolayı padişah bahçıvana kızıp idamına karar verdi. Cellatları çağırdı, bahçıvanı ellerine vererek kellesini kesmelerini söyledi. Cellatlar adamı alıp götürdüler. Fakat hüküm infaz edilmeden önce bir isteği olup olmadığını sordular.

Bahçıvan: Var bir isteğim ama onu ancak padişaha söylerim, başkasına söylemem hiçbir mana ifade etmez, deyip padişaha götürmelerini istedi.

Bahçıvanın bu isteği cellatların çok acayibine gitmişti. Durumu halifeye haber verdiler. O da görüşmeyi kabul edip ne diyeceğini sordu.

Bahçıvan: Sultanım, mesele malumunuzdur. Bu dünya bülbüle, yılana ve bana kalmadığı gibi sana da kalmayacak. Sen beni en ufak bir sebepten cellatlara teslim ettin. Bu yalancı dünyanın sana kalacağını mı sanıyorsun. Bu dünyaya etme bulma dünyasıdır, derler diyen sendin, dedi ve söyleyeceğinin bundan ibaret olduğunu bildirdi.

Bu hatırlatma halifeye çok tesir etmişti.

Bu adamı öldürüp de elime ne geçecek? Diyerek adamı affetti. Adam da bu şekilde ölümden bir müddet için kurtulmuş oldu.

Unutmayalım, kalbimizde iyilik ve güzelliler oldukça insan olmak daha kolay.

Sevgi ile kalın…