Kıymetli okuyucu bu yazıda sana görenlerin gözle gördüklerini değil, yüreğimin hissettiklerini ifade edeceğim. Bundan iki hafta önce Başarı Eğitim Kurumu Müdürü Doğan Yeğin hocamdan bir gezi daveti aldım. Bursa, Çanakkale, İstanbul, Ankara’yı kapsayan uzun bir gezi. Doğrusu bir görme engelli olarak üstelikte daha 6 yaşında bir çocuğu olan bir engelli olarak bu geziye baba-oğul dahil edilmek istenmemiz hem duygulandıran hem de sonsuz gurur verici bir hadiseydi. Başarı Eğitim Kurumu bizi ömürlük bir deneyimle tanıştıracak ve oğlum Veyis Talha büyüdüğü zaman: “Babam beni geziye götürdü ve farklı yerler gördüm! Diyebilecekti. Benimde asıl çabam bu değil miydi! Tek düşüncem; çocuğu kendi karanlığımıza mahkum etmemek ve engelimde boğmamaktı. Dolayısı ile; bu gezi daveti bizim için fevkalade önemliydi. Gezi anılarımı yazmaya başlamadan önce; Doğan Yeğin hocamla nasıl tanıştığımı anlatmak isterim. Oğlum doğduğundan bu yana onu başarı kolejinde okutmak istemiştim. Bunun farklı farklı sebepleri vardı. Amma ben neredeydim! Çocuğu bir özel okulda okutmak neredeydi. Amma; nedendir bilmem! Hep içimde bir umut, bir hayal vardı: bir gün rabbim bana; yürü ya kulum! Diyecek, bende bir devlet memuru olacağımda; çocuğu başarı kolejinde okutacaktım. Tam bir fakir şakir hayali anlayacağın. 2022 yılında gerçekleşen EKPSS sınavına başvurdum. Hayallerimi zorluyordum. Sınava girdim ve okuyucu öğretmen soruları okumaya başladı. Sınav bittiğinde anladım ki; yine alsam en fazla 70 puan alırım. Bu puan ve elimdeki düz lise diplomasıyla hiçbir yere atanamayacağım. Başladım oturduğum yerde dövünmeye; sözüm ona isyan etmeye: zaten bende şans mı var! Ben bu kadere hep böyle mahkumum! Benim hiçbir zaman bir işim olmayacak! Çocuğuma iyi bir gelecek sunamayacak; onu başarıda okutamayacağım! Diye kendi kendime büyük bir hayal kırıklığıyla dıngırdayıp duruyordum. Okuyucu öğretmen: başarıda mı okutmak istiyordun? Diye sordu. Ben: evet ama çok para istiyorlarmış? Diyebildim gayet ekşi bir suratla. Okuyucu: ben başarı eğitim kurumlarının müdürüyüm! İsmim doğan! Senin durumunu ben kurucu başkanımıza bir ileteyim! Dedi. Rabbimin taktiri; sınavda bana soruları okuyan kişi başarı eğitim kurumu müdürü çıkmıştı. Bu durum tevafuktan ve ilahi bir cilveden başkası değildi. O gün EKPSS sınavını değil ama doğan hocamı kazandırmıştı rabbim. Birkaç gün sonra doğan hocam beni aradı ve kurucu başkanı sayın Mehmet Coşar beylerinde tensipleriyle oğlum Veyis Talha’yı indirimli olarak kaydetti. Ana sınıfını tamamladık ve birinci sınıfa devam ediyoruz. Seneye okutma imkanı bulamasak bile doğan hocam büyük bir tevafuk eseri hayalleri elimize verdi ve iki senedir bizde başarı ailesinden olduk. Ara tatilde gerçekleşecek olan geziye korkunç bir heyecanla hazırlandık.  Dile kolay; baba oğul ilk defa şehirler aşırı bir seyahate çıkacaktık. Nasıl bir gezi olacaktı? Kimin otobüsünü tutacaklardı? Grubumuz nasıl insanlardan oluşacaktı? Bu sorular heyecanımı ziyadesiyle artırıyordu. Çünkü gezmeyi çok severim. Ne bileyim; göremesem bile o insanların heyecanı, farklı sesler işitmek, kederlerimden, yalnızlıklarımdan uzaklaşmak beni geçicide olsa hayata bağlar. Nihayet o kutlu gün geldi ve tarihler 14 Kasım saat 23’ü işaretledi. Sonsuz bir heyecanla Pirireis Kültür Merkezi’ne vardık ama henüz otobüs ortada yoktu. Nihayet otobüsümüz geldi ve düştük yollara. Henüz grubumuza yabancıydık. Otobüsteki yetkili yolculuk hakkında kısa bir bilgi verdi. Daha; kahvaltımızı bursa Cumalıkızık köyünde yapacağız! Der demez; benim hatrıma ilk kınalı kar dizisi geldi. Hani çocukluğumun kınalı karı. Hani Ali örtmen ve nazar. Hani Zehra’sına sevdasından meczup olmuş kamber. Sabahın ilk ışıklarıyla vardık Cumalıkızığa. Yollarıyla, daracık sokaklarıyla, evleriyle ve kahvaltı salonlarıyla, yemyeşil ağaçlarıyla buram buram tarih tütüyordu Cumalıkızık. Türkiye’nin en dar sokağından geçtik. Köyün tarihini de rehberimizden dinledikten sonra Bursa’ya doğru yola revan olduk. İlk panaroma fetih müzesini ziyaret ettik. Çok büyük ve görselliği geniş bir müzeydi. Ardından yeşil cami ve yeşil türbeye vardık. Yeşil camiin kubbesinin verdiği akustiği hissedince; ya rap! Dedim: beni şurada bir bıraksalar da haykıra haykıra bir kuran okusam? Dedim. Oradan Osman Gazi ve Orhan Gazi türbelerini ziyaret ettik. Osman gazi türbesinde 24 saat kuran okuyan hafızları dinleyince: ne saadet Allah’ım! Keşke bende onlar gibi kurana hizmet edebilsem diye hasretlendim. Osman Gazi ve Orhan Gazi türbelerinin sonsuz manevi atmosferini ta yüreğimde hissettim. Tophane meydanındaki hediyelik eşya dükkanında kestane şekerinin ve leblebi tozunun tadına baktım. Oradan yürüyerek ulu camiye geçtik. Ulu camiin binlerce ziyaretçisi vardı. Camiin içine girdiğimde o kalabalık beni Mescidiharam’da hissettirdi. Ulu camiin avlusundan oğluma bursa kavalı denilen bir düdük aldım. Kuş sesi çıkarılabilen çok sevimli bir düdük. Bursa gezimizi ulu camiyle noktalayıp Çanakkale’ye doğru tekrar yola revan olduk. 4 saatlik yolculuktan sonra Çanakkale’ye ulaştık. Çanakkale’de geceledikten sonra 16 Kasım perşembe sabahı Çanakkale’den feribotla Gelibolu’ya geçtik. Şehitlerin kanlarıyla sulanan topraklara ayak bastık. Rehberimiz 57. Alaydan başlattı gezdirmeye. Burayı gezerken önce başka bir şey anlattı: 1952 yılında Çanakkale boğazında batan Dumlupınar denizaltısı ve 81 denizcinin oksijenleri bitinceye kadar verdikleri hayat mücadelesi. Kurtarma ekipleri artık oksijenden ümitlerini kesip kurtarma imkanları kalmadığını anladıklarında; denizcilere: artık sigara içebilirsiniz demişler ve ah bir ataş ver türküsü Dumlupınar’da şehit olan denizcilere yakılmış. 57. Alayda gezerken; benim kerata oğlan Bursa’dan aldığımız bursa kavalı denilen o sevimli düdüğü elinden düşürüvermiş. Onu yiyecek sanan köpeklerde kırıvermişler düdüğü hemen oracıkta. Nasıl üzüldüm, nasıl üzüldüm o düdüğün kırıldığına! Öylede sevimli bir düdüktü ki. Rehberimizin anlatımının ardından ayrıldık 57. Alaydan. Conk bayırının ardından öyle yemeğini alacağımız köye ulaştık. Orada hediyelik eşya satan dükkanlar bulunuyordu. Grubumuzdan bir abla koşarak geldi ve oğluma hitaben: Talha! Düdüğünün aynısından buldum! Diyerek kırılan düdüğün aynısından almış Veyis Talha’ya. O düdüğü oğlumun eline verirken ablamızın sesindeki samimiyeti, şefkati ömrüm oldukça unutmayacağım. Çanakkale şehitler abidesi ve seyit onbaşı anıtının ardından Çanakkale rüyamızı da tamamladık. Geçilmez denilen Çanakkale topraklarından aziz islambola; İstanbul’a doğru yol aldık. 4 saatlik bir yolculuğun ardından payitahta; İstanbul’a ulaştık. İstanbul’u anlatmakta, gezmekte bir güne sığmaz. 17 Kasım sabahı önce Topkapı Sarayı’na vardık. Nasıl olsa içindeki kutsal emanetleri göremeyeceğim diyerek ben girmek istemedim. Topkapı sarayının ardından Gülhane parkına gittik. Gülhane’nin ferah havasını ve cem karacanın Gülhane parkı şarkısının hüzünlü hatırasını soluduktan sonra Eminönü'ne tekne turuna katıldık. Denizin ortasında dedim ki doğan hocama: hocam! Nerden nereye! Hayalleri uğruna EKPSS sınavında umut arayan bir zavallı vardı karşınızda ama siz onu bırakmadınız ve ta İstanbullara kadar getirdiniz! Dedim. Ne kadar ibret verici değil mi kıymetli okuyucu? Ortaköy Cami’de gördükten sonra İstanbul’un daha yüzde birini bile gezemeden Ankara’ya doğru düştük yola. Soğuk ve yağmurlu bir Ankara karşıladı bizi. Anıtkabir, 1. Ve 2. Meclis, Ankara kalesi derken ardında bir yığın anı ve çok değerli katılımcılarıyla unutulmaz bir geziyi gömdük yüreğimize. Böylesine kıymetli bir organizasyona bizi dahil eden; Karaman başarı eğitim kurumları nezdinde; Doğan Yeğin hocama, bize yolculuk boyunca kardeşçe refakat eden; İsmail Uzun hocama, bizi ve fikirlerimizi önemseyen; çiğdem alkan hocama, grubumuzun kıymetli katılımcılarına sonsuz şükranlarımı sunarım.