BEŞER ANASI

Bir zamanlar gömüldün diri diri toprağa,
Mecbur ettiler seni erkek çocuk doğurmağa,
Aslında kutsal değerler uğruna geldin dünyaya,
Layık değilsin bu zulme beşer anası.

Bazen kullanıldın öfke teskininde bir cihaz,

Dövüldükçe acıların alçaklara  verdi haz,
Dediler ki  bunlar sana daha da az,
Layık değilsin bu zulme beşer anası

Değer veren yok gerçek hakkına,

Paha biçen çok o masum vücuduna,
Serdiler namusunu ayaklar altına, 
Layık değilsin bu zulme beşer anası.
Getirdiler bazen üstüne kuma,
Eskidin diye vurdular şahsına yama,
Sundular sana ateşten mama,
Layık değilsin bu zulme beşer anası.
Okumuyorlar tarihe yazılan adını,
Unuttular vatan için akıttığını kanını,
Dinlemiyorlar birkaç haklı sözünü,
Layık değilsin bu zulme beşer anası. 


Bir gün kutlamasıdır tutturmuş gidiyor. Anneler günü, babalar günü, yok sevgiler günü, sözüm ona bugün de Dünya Kadınlar Günü.

Sanki kadınlarımıza hak ettiği gerçek değeri verdik de iş kadınlar gününü kutlamaya kaldı. Gün kutlamaya asla karşı değilim ama bu yüce varlıkları bir günle sınırlandırmayı hoş bulmuyorum. Niye mi?  Önce kadın nedir? Kadının gerek toplumdaki gerekse  dinimizdeki yeri ve önemi nedir  onu bilmek lazım. Bir kere kadın;   millet yapısının ana temeli, toplumun temel taşı,  aile ocağının sarsılmaz direği,  insanlığın olmazsa olmazı, beşeriyetin anası, evladının koruyucusudur. Kadın annedir.  

Yüce ALLAH kadına doğurganlık üretkenlik gibi aziz annelik duygusunu yüklemiştir. Aynı zamanda Cennet Annelerin Ayakları Altındadır.  Hadisi şerifi de kadınlarımıza verilen  değerin  en  güzel  göstergesidir.  Bu da demektir ki kadın kutsal değerler uğruna gelmiştir dünyaya. Cefakardır, vefakardır erkeğinin yanında yer alarak hayatın yüklerini sırtlamıştır omzuna. Hele ki Anadolu’nun bağrında yetişmiş, biri sırtında, diğeri karnında bebeği, yamalı bazen abası,  kuru ekmek azığı, kaç  yerinden  delinmiş  pabucu, almış eline  çapasını düşmüş ekmek  derdine, gösterdiği vefa örneği diller destan.  Bebeleri doysun, akşam eşinden bir kuru tebessüm görsün o bile yeter.

Biraz batıya uzanınca o da kendi ekmeğini kazanıyor, belki Anadolu kadınına göre biraz daha iyi ama birbirlerinden pek te farklı değiller aslında. Sonuçta nereli olursa olsun kadın  kadındır ve her şeyden  önce  insandır. Netice itibarıyla Türk toplumunda  da kadının  saygın  bir  yeri vardır ve  topluma  hizmetleri küçümsenmeyecek kadar  da yücedir.   Tarihe bir göz atarsak 93 Harbi'nde Rusların eline geçen Aziziye tabyalarının kurtarılmasında, Nene Hatun ismiyle nam salan Anadolu kadını, Millî Mücadele'de battaniyeyi evlâdı yerine mermiye örten Kara Fatma ve yine Kurtuluş Savaşında cephede Mustafa Kemal’ 'in yanında görev yapmış, sivil olmasına rağmen rütbe alarak bir savaş kahramanı sayılan Halide Edip  ADIVAR  ve daha birçok isimsiz kahramanlar bir  zamanlar    tarihe adını altın harflerle yazdırmayı başaran övünç kaynaklarımızdır. Hz. Fatıma,  Ümmü Seleme. Hz Aişe  Hz. Hatice, Hz Rukiyye, Ümmü Habibe gibi islam dinine hizmet eden ve saymakla bitmeyen kadın sahabeler  ise yol  göstericilerimizdir. Ne yazık ki! Bugün o kadınlarımızın geldiği yer ise şu üç kelimeyle sabittir. Şiddet, Cinayet ve İhanet. İnsanlıktan nasibini almamış kendini bilmezler Anadolu’da, Türk kadınını Sırtından Sopayı, Karnından Sıpayı Kesmeyeceksin. tabiriyle özdeşleştirilmiş, batıda ise İhaneti Kabullenip Servetimde Yüzeceksin sözüyle bütünleştirilmiş bir kadın profili çıkarmaktadırlar karşımıza. Sanki kadının yaratılış amacı bu.  Geçmişe bakıyoruz, yani islamiyet  yayılmadan önceki dönemde kadının hiçbir  değeri yoktu. Öyle ki kadın  olmak  utanç verici bir durumdu. Bu yüzden de kız  çocukları diri diri toprağa gömülüyor, kadına değer  verilmiyor, hak ve hukuk tanınmıyor, adeta bir  eşya gibi görülüyordu. Biri vefat edip  eşi dul kalınca ölenin  varislerinden  biri kadının  üzerine elbisesini atarsa artık onun  oluyordu. Dilerse onunla evleniyor, dilerse mihir karşılığı  evlendiriliyordu. Dolayısıyla kadının  hiçbir  söz hakkı yoktu. Şimdi bakıyoruz geçmişten farkı ne diye.  Belki cahiliyye dönemi kadar değil  ama yine de gerçek  değerini vermiş değiliz. Bilinen  o ki,  kadınlarımız; bazen  öfke  teskininde bir cihaz,  bazen  şehevi arzuların tatmininde kullanılan  bir meta, bazen de  günlük  ihtiyaç malzemesi olmaktan  öte gidememiştir. Gün geçmiyor ki  kadına şiddet haberi gelmesin.   Cinayetler tacizler ve tecavüzler  ise cabası.  Töre cinayetleri,  fuhuş tuzakları, kumalar, ihanetler,  hakaretler ise kadınlara reva görülen zulmün bir başka yüzü. Şimdi soruyorum. Bir tarafta hayvanları koruma dernekleri kurulurken biz insan olarak bile bakmasını  bilmiyoruz bu yüce varlıklarımıza ve toplumun kanayan yarası haline getirdik kadına  şiddeti, hatta   yara olmaktan da çıktı kangren  oldu son  zamanlarda. Bütün bu vahşeti bir kenara bıraktık  botanik  bahçesinden  alınmış  kırmızı bir gül,  pırıltılı mağazan  yaptırılmış kurdeleli bir hediye paketi patlayan  flaşlar eşliğinde al sana kadınlar  günü kutlaması. Oysa  Cennet Annelerin Ayakları Altındadır. Hadisinin  önemiyle annelerimizi özdeşleştirsek, En üstün mümin, hanımına, en iyi en lütufkâr davranan güzel ahlaklı kimsedir hadisiyle kadınlarımıza lütufkar davransak, gerek  dinimizin, gerekse medeni kanunlarımızın   kadına vermiş olduğu hakları layıkıyla uygulayarak  kıymetlendirsek,  sonra da bunu özel bir  günle perçinlesek o zaman  kadınlarımıza gerçek  değerini vermiş olmaz mıyız.
  Saygılar.
          Rukiye UZUN