Gördüm iki gişi mezar eşiyor
Gamsavet gelmiş! Boydan aşıyor
Çok yaşayan yüze gadar yaşıyor
Gel de bu rüyayı yor deli gönül.
Her insanın kendini bulduğu, sevdiği , sevildiği bir yer vardır ya! Benimde çok sevdiğim, kendimi bulduğum , değer gördüğüm bir yer var! Beni hafız yetiştiren; Mustafa Yaman hocamın köyü; Konya Bozkır’ın Yelbeği köyü. Karaman neree! Bozkırın Yelbeği Köyü nere. Yıl 2011miydi ne! Tam hatırlayamıyorum. Hocam dedi ki: yarın bizim köye bir hatim okumaya gideceğiz! Dedi. Hocam derde hiç gitmemezlik olur muydu. Yelbeği köyüde bir köydü nihayet. Çok köy gezdiğimden sıradan bir hatim merasimiydi benim için. Hocamın bir brodveyi vardı. Çok kahrımızı çekti o brodvey. Düştük yola. Hocam Sarıoğlan kasabasında bir mola verdi. Sarıoğlanın havası da; o dinlenme tesisi de beni müthiş büyüledi. Büyüledi ama; 2011 yılından bu yana ara ara gider gelirim; o Sarıoğlan’ın dinlenme tesisinde bir yemek yemek nasip olmadı. Doğrusu; ahdım kaldı o dinlenme tesisinin yemeklerinde. Vardık hocamın köyüne; Yelbeği Köyüne. Hatim sahipleri babalarını henüz kaybetmişlerdi! Acıları tazeydi. Beni ne bastılar bağırlarına ammaa!  Sanki; onların bir evladı da bendim. Tanıştık! Kaynaştık. Rahmetli muhtar irfan ağabey; yeni vefat etmiş babaları için düzenlemişti bu merasimi. Bir letif hoca tanıdım ki! Sanki; yıllardır benim hocam, benim babamdı. Evladı olsa anca bu kadar basardı bağrına. Çoğu yerde yemekler ortaya konur ve çoğu gittiğim yerde açlığım yanıma kar kalır. Çünkü; görme engelliyim! Yer sofrasında yada toplu kaşık çalınan tabaklarda rahat yiyemeyebiliyorum. Bazı yerlerde de biri mutfağa sesini duyurmak için avazı çıktığı kadar bağırır: ayrı bir tabak hazırlayın da şu ağmanın önüne koyalım da yesin! Kötü niyetli bir bağırtı değil belki ama rencide edici. İlk defa rahmetli irfan ağabeyin evine gitmiştim amma hiçbir konuda kendimi eksik hissetmedim. Halden anlayan; ekmeği yenen, suyu içilen insanlardı rahmetli irfan ağabey, Süleyman ağabey, Gürsel ağabey. Letif hocam; hele letif hocam! Hiçbir şeyle değeri biçilmez insanlardı onlar.  Birde Hüseyin dayı tanıdım! Koca bir çınar. İlerlemiş yaşına rağmen gurbet gurbet çalışmaya gidermiş. Sordum hocama: hocam! Bu insanlar! Köylüleriniz; nasıl bu kadar halden anlayışlı olabiliyorlar? Mustafa hocam dedi ki: onlar gurbet ehli , onlar çile ve ızdırap insanları hafızım! Dedi. Hiç unutmam; bir gün hocam beni yine götürdü yelbeği köyüne. Hoparlör  yok! Kupkuru sesle mevlit okumaya çalışıyorum. Ben okuyorum! Az ötede birisi mest oluyor! Cezbeye geliyor. Mevlidi bitirdikten sonra tanıştım o ağabeyle. Asarlık köyünün eski kamyoncularındanmış. Öldüyse rabbim rahmet eylesin! Sağsa kulakları çınlasın! Yıllar geçti amma ben o ağabeydeki samimiyeti, sehaveti bir türlü unutamadım. Yine bir gün Karaman Dr. Sadık Ahmet İlköğretim Okulunda görev yapan Harun öğretmenin babasının mevlit merasimi için gittim yelbeği köyüne. Orada; sonradan gözlerini kaybetmiş bir Hasan ağabeyi tanıdım. Aynı kaderi paylaştığımızdan bayağı bir dertleştik! Halleştik. Aradan hayli zaman geçti. Eşimin göz rahatsızlığı nüksetti. Konya’ya götürülmesi gerekiyordu. Elim çok dardı! Bir rabbim bilir birde ben. Mustafa hocamı aradım. Bizi otogara götürüvermesi için rica ettim. Rabbim hocamdan razı olsun ki; bizi otogara götürdü brodveyiyle. Yolda dedi ki: hani Harun hocanın mevlidinde; gözleri görmez bir Hasan ağabeyle tanışmıştın ya! O sana harçlık yollamış! Dedi. O an; ağlasam mı gülsem mi bilemedim. En ihtiyaçlı anımda; daha bir sefer görüştüğümüz Hasan ağabey karanlık dünyasıyla beni ışığa kavuşturmuş; beni darlıktan kurtarmıştı. Bu ibretlik hadisenin üzerinden çok zaman geçmemişti ki; duydum Hasan ağabey aniden rahatsızlanmış. Daha bozkırın hastanesine varmadan solmuş Hasan ağabey. Karanlık dünyasıyla, mütevekkil haliyle teslimiruh eylemiş yüce rabbine. Nurlar içinde yat emi. Birde Süleyman hoca tanıdım Yelbeği Köyünde. O; Konyalı hacı veyis efendinin, ladikli Ahmet Hüdayinin, Hacıveyiszade Mustaa efendinin Konya’daki son vekili. Herkeste bilir ki; bir Süleyman hoca daha gelmez bu dünyaya. Ömrünü kuran kursu yaptırmaya , cami yaptırmaya adamış münevver bir insan. Süleyman hocamın keremleri saymakla bitmez. Geçtiğimiz perşembe günü Süleyman hocamın annelerinin cenazesine icabet etmek için gittim Yelbeği Köyüne. Cenazeyi köyün bir yerinde kılacaktık. Önce Süleyman hocam kısa bir konuşma yaptı. Dedi ki: değerli kardeşlerim! Çocuklarınızı kuran okumaya gönderin! Peygamber efendimiz bir hadislerinde buyururlar ki: kabir azabına düçar olmuş bir adam vardı! Adamın çocuğu Ku’ran-ı Kerim’den iki yüz ayet okudu! Adamın üzerindeki azap kalktı! Annem bizim bildiğimiz kadarıyla; 99 yaşındaydı! Belki de yaşı daha fazlaydı! Yüz yaşına kadarda yaşasak sonunda gideceğimiz yer kabir. Hoca; anasının cenazesinde dahi emribilmağruf yapmaya devam ediyordu. Cenaze namazını kıldık. Mezarın başına vardık. Şu daşı şöyle goyun! Şu daş oraya olmadı! Düzeltiverin! Haydi toprak atıverin filan derken yüz yaşındaki bir tarihi; havva teyzeyi köylediler toprağa. Dertleriyle , çileleriyle göçtü havva teyze. Mezara toprak atarlarken kazmanın çıkardığı sesleri işitince resulullahın defnedilişi geldi hatrıma! Hani hazreti fatıma öyle diyorya: hiç inanmadım babamın öldüğüne! Sanki o gülen yüzüyle: kızım! Diye çıkıverecekti karşıma. Ne zaman ki; kazmaların çıkardığı sesleri duydum! O zaman anladım babamın bir daha geri gelmeyeceğini! Diyor ya. Artık kuran okuma zamanı gelmişti. Beni bir mezar taşına oturttular. Sonra; süleyman hocam geldi ve elimi tuttu. Öyle bir tuttu ki; sanki bağrının ateşini benim yüreğime aktarıyordu. Oradaki bir sürü insana rağmen Süleyman hocam sanki benimle teskin oluyordu.  Dedi ki oradaki hocalara: siz kuran okuyunda! Duayı hafız yapsın! Dedi ağlayan sesiyle. Orada birçok hoca var iken; ben layıkmıydım dua etmeye. Süleyman hocamın bu tensibi beni öylesine duygulandırdı ki. Duanın ardından; ağlaya ağlaya anasına telkıin vermeye başladı. Ölüm denen şey işte böylesine acıydı. Sonra: kardeşler! Gusura bakman! Anamın vasiyeti var! Bana: oğlum! Beni gabre goyduğunda beni hemen bırakıp gitme! Az bekle dediydi! Ben gabrin başında biraz duracağın! Dedi. Öylece bıraktık süleyman hocamı kabrin başında ve döndük karamana. Aslında hoca; terk edilmiş bir sünneti diriltmeye uğraşıyordu. Hani peygamber efendimiz sallallahualeyhivesellem buyuruyorlar ya: ölülerinizi kabre koyduğunuzda; bir deve kesilip parçalanıp dağıtıldığı süre kadar kabrin başından ayrılmayın! Diye buyuruyorlar ya. Hasılı yelbeğinin insanları halden anlarlar! Yardımseverdir onlar. Onlar; ızdırap insanı ve şüphesiz hepsi kuran aşığı. Rabbim rahmet eylesin: süleyman hocamın annesine, muhtar irfan ağabeye ve bozkırın yelbeği köyünün tüm kabir ehline. Ey gönül! Bakma cihana! Gün gelir ömrün biter! Bir kefen giyer gidersin! Servetin mülkün gider. Hazır ol sen ölüme! Gafil olma bir nefes! Dos gider! Düşman gider! El gider! Gardaş gider.