Öğretmen bir toplumun inşasında önemli kilometre taşı olan temel bir unsurdur. Toplumu şekillendiren, ona ufuk verendir. Öğretmen toplumun ana damarıdır. Her şey onunla başlar ve onunla biter. 

İşçisi, memuru, esnafı, çiftçisi, yöneticisi, alimi onun elleri ile yoğrulur. Hangi pozisyonda olursa olsun herkes onun rahleyi tedrisinden geçer. Dolayısıyla iyilikler, güzellikler ne kadar ona aitse, kötülük ve çirkinliklerde de bir o kadar pay sahibidir. Yani öğretmenler önemlidirler. Önemli olmaları hasebiyle de önceliklidirler. 

Fakat gerçekten öğretmen öncelikli midir? Hak ettiği değer ve kıymete sahip midir? Öğretmene bakışta şaşılık var mıdır? Kemiyeti keyfiyetine engel midir?

Her şeyden önce eğitim bir toplumun en öncelikli meselesidir. Eğitim meselesini hal yoluna koymadan hiçbir mesele hal yoluna konulamaz. Eğitim meselesini hal yoluna koyabilmek için de muhakkak ki öğretmenin meselesinin hal yoluna konulması gerekir.

Öğretmenlik elbette ki ideal bir düşünceye sahip olmakla zirveleşir. Fedakarlıkla taçlaşır. Almakla değil hep vermekle zümrüt tepelere yerleşir.

Fakat durum böyle mi? Hangi öğretmenle konuşursanız bir rahatsızlığı, bir huzursuzluğu var. Kafası rahat değil, iç dünyası rahat değil. 

Her şeyden önce öğretmen ve eğitimle ilgili şekli değişiklikler yaparak problemi çözemezsiniz. Öze ve içeriğe dönmek ve bu anlamda ciddi bir zihinsel değişim ve dönüşüm hamlesi başlatmak gerekir. 

En başta eğitim fakültelerine öğrenci alırken ‘öğretmenlik kriterleri’ oluşturulup bu kriterler doğrultusunda öğretmen yetiştirilmelidir. Hatta bu kriterler öyle kriterler olmalı ki fiziksel özelliklere kadar ayrıntı içermeli. Tabi bu yazının konusu bu olmadığı için üzerinde durmayacağım. Demem o ki sonraki nesillere yönelik ciddi bir çalışmanın içerisine girmek ve 2050’lerin, 2100’lerin tasavvuru istikametinde nesil yetiştirecek öğretmen modeli üzerinde durmak gerekir. Yani öğretmen modelimizi oluşturmamız lazım.

Eğitime yapılan yatırım asla israf değildir. Hatta ülkenize verdiğiniz değer eğitime yaptığınız yatırımla ölçülür. 2002 yılında iktidara gelen Ak Parti Hükümetleri bu anlamda önemli bir adım atarak eğitime ayrılan bütçeyi birinci sıraya oturttu. Yeterli mi? Tabi ki değil. Çünkü bir kez daha ifade etmek gerekir ki eğitime harcanan para asla israf değildir. Bu yolda yapılan çalışmaları takdirle karşılıyoruz. Fiziki altyapı ve donanımla ilgili yapılanları da. Yine Ak Parti Hükümetlerinin memuru enflasyona ezdirmeme ameliyesini de tebrik ediyoruz. Ancak öğretmenlerin geçmişten gelen kayıplarının telafi edilmesi meselesi konusunda aynı şeyleri ne yazık ki söyleyemiyoruz. Geçmişten gelen kayıplar öğretmeni mağdur etmiştir. Bu mağduriyete bir de ‘eşit işe eşit ücret’ düzenlemesiyle öğretmen ve öğretim elemanlarının dışarıda tutulması eklenmiştir. Bu doğru değildir. Eşit işe eşit ücret yıllardan beri süregelen bir sorundu. Çözümü doğrultusunda yapılan düzenleme elbette ki sevindiricidir. Fakat öğretmen ve öğretim elemanlarının kapsam dışında tutulması da o ölçüde üzücüdür. Burada da yine kemiyet keyfiyetin önüne mi geçmiştir? Şayet bu düzenlemede öğretmenin muadili bulunulamadıysa iyileştirme adıyla yeni bir düzenleme getirilmelidir.

Yoksulluk sınırının üç bin liraya yaklaştığı bir zamanda öğretmenin aldığı maaş ne yazık ki bunun çok çok gerisindedir. Hazır yeni bir öğretmenler günü daha gelmişken bunu fırsat bilip acilen bir iyileştirme yapılmalıdır.

Bir de öğretmeni tedip etme edasıyla asarım, keserim yaklaşımları asla doğru değildir. EDEP projesiyle çok harika bir uygulama başlatan Milli Eğitim Bakanlığı höşgörüyü, sevgiyi öğretmenlerine çok görmemeli. Göreve gelmesiyle umutlandığımız Sayın Bakan’ın ilk yaklaşımları öğretmenleri üzdüyse de inanıyorum ki Sayın Bakan engin hoşgörü ve sevgisiyle öğretmenlerini kucaklayacak ve gönüllerini alacaktır.

Ben inanıyorum ki bu ülkenin kaynakları eğitimcinin insanca yaşayabilecek bir hayat standardına kavuşturulması için yeterlidir. 

Öğretmenlerin kemiyeti/sayıca çokluğu keyfiyetine mani olmamalı. Olmamalı değil mi?