En sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim. Futbol bir ayak oyunudur ama futbol takımları da futbolcular da etraflarında dönen ayak oyunlarından hiç mi hiç hazzetmezler. Dahası beri yanda futbola aşk mesabesine tutkulu olan taraftarlar da hazzetmez. İşte bu yüzden değil Türkiye’de dünyanın hangi ülkesine giderseniz gidin oldum olası değişmeyen bir gerçek var ki o da milyonların sevgili haline gelen futbol takımlarını karşına alan kim olmuşsa kaybetmiştir hep. Siz ne kadar haklı olursanız olun. Takımının renklerine aşık olan taraftarın gözü takımın renklerinden başka bir şeyi görmez, o kadar. Bunu ben söylemiyorum istatistikler söylüyor. Bugüne dek medyada Galatasaray’ı Fenerbahçe’yi ve de Beşiktaş’ı yazılarıyla ve yahut konuşmalarıyla karşısına alan siyasiler, gazeteciler, patronlar, spor yazarları ya da yorumcular ya işinden olmuştur ya da mevkisinden. Bu konuya münhasır son elli yılın haberlerini taradığınızda ne demek istediğimi göreceksiniz. Kaldı ki karşınıza aldığınız şehir takımları ise olay daha da ehemmiyet arz eder. Siz haklı bile olsanız derdinizi ifade şeklinizi ve de hakkınızı arama yönteminizi doğru seçmemişseniz işler iyiden içinden çıkılamaz bir hal alacak demektir.

Şimdi dönelim isterseniz yazının başına. Hatta en başa, yani benim Karaman’a geldiğim 2000 yılına. Geldiğim günden itibaren en çok dikkatimi çeken şeylerden ilki, vilayet olmuş olunmasına karşın dışarıdan gelenlerin şehri tarif ederken hala Konya Karaman diye nitelendiriliyor oluşudur. Bir diğer mevzu ise bu kadim şehre gönül sofrasını serip gitmiş olan Hz. Mevlana ve Hz. Yunus’un o her bir dokusu ayrı bir mana taşıyan sofrasına diz kırıp oturanların yok denecek kadar az olması yanında edebiyatını yapanların çoğunlukta olduğudur. Divanda, dergâhta, bargâhta ve dahi özel gün ve gecelerde isimlerine hürmeten kutlama ya da yarışma icra edilen cümle meclislerde Mevlana’dan ve Yunus’tan dem vurarak beyitler, sözler, şiirler hem öğütler havada uçuşsa da iş uygulamaya gelince her bir yerimiz defolu çamaşır mesabesindeyiz öyle ya. Eğer ki bu son cümlemi okuyup da yüzünü ekşiten varsa, üşenmesin assın bu sözümü gönlünün en güzel yerine ve bir kez daha okusun isterim. Hatta okurken hemen arkanızda Hz. Mevlana ve Hz. Yunus varmışçasına davransın derim. Bakın bakalım nasılda vicdanınıza işliyor.

Geçtiğimiz gün yerel basına düşen “Karaman FK’ya Baskın” konulu haberi, yazıyı kaleme aldığım sıralarda farklı internet sayfalarından olmak üzere yaklaşık on bin kişinin okuduğunu gördüm. Facebook ve İnstagram gibi sosyal medya ağlarında paylaşılmasıyla başlayıp Whatsap üzerinde süren dedi kodusuyla birlikte ben diyeyim yirmi bin, siz deyin otuz bin kişi olaydan o gün içerisinde haber olmuş oldu. Bana İstanbul’dan yazan Karamanlı bir arkadaşım duyduğuna göre herkes duymuş demektir. Şimdi gelelim asıl meseleye. Yaşanan bu hadisede kim haklı kim haksız, olayın perde arkasında ne var ne yok inanın haberi okuduğum anlarda ben de bilmiyordum ama tabi ki konuşa konuşa akşama yakın iç yüzünü öğrenmiş oldum başka. Benim bu yazıyı yazmaktaki gayem kimin haklı kimin haksız olduğunu ortaya çıkarmak değildir, olamaz da. Bu hukukun ve hukukçuların görevi...

Benim bakmaya çalıştığım pencere şudur ki değişmeyen bazı zihin kalıpları yüzünden yirmi yıldır Hz. Mevlana ve Hz. Yunus’un sofrasına giden yolda bir arpa boyu yol alınmamış oluşudur. Yanlışım varsa düzeltin lütfen. Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol, hiddet ve asabiyette ölü gibi ol, tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol, hoşgörülükte deniz gibi ol” diyen, sonra da Ne olursan ol yine gel” diyen Mevlana hazretleri dünkü haberi okumuş olsaydı ne derdi acaba. Ya da “Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için, dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim” diyen; sonra da “Gelin tanış olalım işi kolay kılalım, sevelim sevilelim” diye seslenerek koskoca bir eğitim diplomasını boynumuza asıp giden Hz. Yunus olaya şahitlik etse ne düşünürdü ki?

Kaldı ki futbol adına oluşturulan o tesisleri kullanan ve belki de yakın zamana inşallah 3. Lig 2. Gurupta şampiyonluğunu ilan edecek olan Karaman Futbol Takımında görev alan futbolcular formalarını Karaman için ıslatan birer misafir sayılırlar. Hakeza teknik ekip de öyle. Hele hele Almanya gibi bir ülkede tıkır tıkır işleyen işlerini bırakarak ömürlerinin baharında memleketlerine vefa borcunu ödemek niyetiyle adeta göçebe bir hayata razı olan Mehmet Ali ve Süleyman Han kardeşler de misafir sayılmazlar mı?  Ve misafirden yana bizim kültürümüzü en güzel anlatan sözlerden birisi değil midir, şehrin en tarihi mabetlerinden olan İmaret Cami’nin girişindeki o söz. Bâbunâ meftûhun li-men dahâle, Mâlunâ mubâhun li-men ekele! Yani diyor ki “Kapımız açıktır girene! Malımız helaldir yiyene!” Kaldı ki adamlar Karaman Futbol Kulübünü o borç batağından alıp namaglûp lider yapana dek kimsenin bir kuruşunu kullanmadıkları gibi yediklerinin de yedirdiklerinin de giydirdiklerinin de parasını ceplerinden ödemişler vesselam. Ne için, Karaman için...

Şimdi soruyorum size? Dünkü yaşanan o istenmeyen hadiseden sonra kabrinin burada olduğunu ispata çalıştığımız merhum Yunus’un toprağa yâr olan teni Karaman’da olmuş olsa bile ruhunun hâlâ Karaman’da olduğunu kim söyleyebilir?