Hak şerleri hayr eyler
Zannetme ki gayr eyler
Ârif anı seyreyler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Sen Hakka tevekkül kıl
Tefviz et ve rahat bul
Sabreyle ve râzı ol
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler
                   
 Her işte mutlaka bir hayır vardır, ama neyin hayır olup neyin olmadığını hayır ve şerri yaratan Allah’tan başka kimse bilemez. Bazen bizim çok güzel, çok hayırlı olduğunu düşündüğümüz bir hadise, hakkımızda hiç de hayırlı olmayabilir. Tam tersine çok üzüldüğümüz kötü bir olay da çok hayırlı neticeler doğurabilir. Bize düşen başımıza gelen iyi veya kötü olaylara ibretle bakıp, Allah’ın takdiri böyleymiş diyerek her şeyin hayırlısını talep etmek ve bundan sonra ne olacağını sabırla beklemektir. Olaylar hakkında fütursuzca yorum yapıp ileri geri konuşmak bazen farkında bile olmadan Allah’ın takdirini beğenmemek, kaderi tenkit ekmek anlamına gelebilir ki, bu çok büyük bir günahtır ve tövbe etmeyi gerektirir. İşlediğimiz bu günahı Allah’ın affetmesini ümit ederek bir daha böyle yapmama konusunda azimli olmak gerekir. Aksi takdirde bu büyük günahın bedeli de çok ağır olabilir.

Sana iyilikten her ne gelirse Allah`tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şahid olarak Allah yeter.
Size gelip çatan her musibet ellerinizin kazandığı yüzündendir. Allah birçoklarını da affediyor (42: 30).

Eski Çin’in köylerinden birinde yaşlı bir adam varmış. Çok fakir ama gönlü bir o kadar geniş olan bu adamı imparator bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan beyaz bir atı varmış ki. İmparator bu at için ihtiyara neredeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş, ama adam satmaya yanaşmamış. "Bu at, bir at değil benim için. Bir dost. İnsan dostunu satar mı?" dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylüler ihtiyarın başına toplanmış. "Seni ihtiyar bunak! Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. İmparatora satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler. İhtiyar, "karar vermek için acele etmeyin" demiş. Sadece 'at kayıp' deyin. Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez." Köylüler ihtiyara kahkahalarla gülmüşler. Ama aradan iki hafta geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi başına. Dönerken de vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Köylüler ihtiyar adamın etrafına toplanıp özür dilemişler. Babalık demişler, sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil, adeta bir devlet kuşu oldu senin için. Şimdi bir at sürün var. Karar vermek için gene acele ediyorsunuz demiş ihtiyar. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç. Birinci cümlenin ilk kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz? Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler açıktan ama, içlerinden bu herif sahiden gerzek diye düşünmüşler. Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara. Bir kez daha haklı çıktın demişler. Bu atlar yüzünden tek oğlun uzun süre yürüyemeyecek. Sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın demişler. İhtiyar ‘siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz’ diye cevap vermiş. O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde ilerler ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez. Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. İmparator son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yok gibiymiş; giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes adeta biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler. Gene haklı olduğun kanıtlandı demişler. Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması talihsizlik değil, şansmış meğer. Siz erken karar vermeye devam edin demiş ihtiyar. Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin talihsizlik olduğunu sadece Allah biliyor. Bir yol biter yenisi başlar. 

Yine köyün birinde 3 çocuklu bir adam yaşarmış. Adamın tek geçim kaynağı ahırındaki 5 tane ineğiymiş. Bu adam öyle biriymiş ki hayatta başına ne gelirse gelsin herşeye 'vardır bunda da bir hayır' dermiş. Köy halkı bu adama hem özenle hem de hayretle bakarlarmış.
Bir gün kahve de toplanan köylüler bu adama çirkince bir oyun oynamaya karar verirler. Köy halkı der ki; biz gece olunca bu adamın ahırına girelim ve bu adamın tek geçim kaynağı olan ineklerini bırakalım, bakalım o zaman da 'vardır bunda da bir hayır' diyebilecek mi?
gece olur ve köy halkı toplanıp adamın ahırına girerler ve adamın ineklerin salıverirler. inekler dağa doğru kaçar. Geceleyin uyanan adam ahıra gittiğinde ineklerini ahırda bulamaz ' vardır bunda da bir hayır' der ve eşini çocuklarını alıp dağa ineklerini aramaya giderler.
Bu sırada köyde bir zelzele olur ve köyde taş taş üstünde kalmaz. O köyden zelzelede kurtulan tek aile dağa ineklerini aramaya giden bu aile olur.
İşte bu tür hikâyeleri hayat boyunca yaşarız. Önemli olan yaşadığımız her şeyde bir hayır olduğunu düşünmektir, anlamaktır, bilmektir. 
Unutmayalım ki! Her şeyde bir hayır vardır.

Her söyleyeni dinle
Ol söyleteni anla
Hoş eyle kabul cânla
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Bil elsine-i halki
Eklâm-i Hak eyle Hakki
Ögren edeb-u hulku
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Vallâh güzel etmiş
Billâh güzel etmiş
Tallâh güzel etmiş
Allah görelim n'etmiş
N'etmişse güzel etmiş
                           Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz. (r.a.)