Liyakat; layık olma, bir kimsenin kendisine iş verilmeye uygunluk, yaraşırlık durumu, değim anlamına gelmektedir.

Ancak tarihsel süreçten günümüze kadar  “liyakat” gerçek anlamı doğrultusunda bir işlev kazanamamıştır. Karşısında ki en büyük sorun da “Kayırmacılık” olmuştur.

Tarihi kökleri olan liyakat her dönem toplumsal bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Her alanda karşımıza çıkan kayırmacılık sorunu, devlet organlarında yükselme ve ödüllendirme süreçlerine egemen olması gereken hak etme, layık olma, ehliyet sahibi olma, yaraşır olma gibi değerleri içinde bulunduran “liyakat ilkesini” yok etmektedir.

Hak edilmeden bir konuma gelmek veya talepte bulunmak, etik davranış sınırlarını zorlayan bir kültür üretmektedir. Birçok toplumsal zeminden beslenen bu durum adil olmayan haksız ayrımcılıklara yol açmaktadır.

Kayırmacı tavırlar, idareciler ve hiyerarşik konumlar ile ilişkilidir. Bu tür idarecilik ve iktidar ilişkileri diyet ödeme ve minnet duygusu oluşturma gibi kamu hizmetlerinin yürütülmesinde kurumsal yapının gerçekliğini yok etmeye yol açmaktadır. Kamu kurum kuruluşlarının giriş ve hizmet ortaya koymalarında eşitsizliğe yol açarak, adalet ve toplumsal güven duygusuna zarar vermektedir. Ortaya çıkan bu tür uygulamalar sistem yozlaşmasına kurumsal yapıların zayıflamasına, kamusal alanda çöküş ve çözülmelere yol açmaktadır. Eşitsizliğe, kamusal alanda çöküşe ve kurumsal yapıların zayıflamasına yol açmaması, adalet ve toplumsal güven duygusunun zarar görmemesi için toplum yararına çalışma yapan kurumlarda görevlendirme yapılırken “Liyakat İlkeleri” yok sayılmadan hak eden, layık olan kişiler getirilmelidir.

Liyakat (layık olmak, yaraşmak) ve ehliyet ilkeleri, hesap verebilirliğin temel göstergelerini oluşturan etik standartları ifade etmektedir. Bu iki değer alanı toplumsal adalet duygusunu ayakta tutabilmenin yanı sıra kullanılabilir bir toplumsal yarar üretmektedir. Layık almadan, emek vermeden bir yere erişmeler, işin kolaycılığına kaçmaktır. Söz konusu olan toplumsal ahlak sorunu, emeğin değerini yok etmekle kalmaz tembelliğe de yol açar. Akraba, eş, dost gibi kayırma kültürü üreten “torpilci yapılar”, toplum üzerinde derin bir güvensizlik duygusu var etmektedirler.

Siyasal ve bürokratik sistemin işleyişinin akla dayanan, akılcı zeminini tüketen bu sosyal ve toplumsal sorun, kamu hizmetinin yürütülmesinde etkinlik, yerindelik ve güvenilirlik gibi önemli sorunlar üretmektedir. Bunun yanı sıra, ayrımcılık ile uygulanan kayırmacılık, çalışma ortamına zarar vermekte ve iş verimini düşürmektedir. Bu halde toplumsal güvenin yeniden oluşması ancak kamu yönetiminde kurumsal aidiyet duygusunun yer etmesiyle ve kayırma olmayan yönetim gücü ile mümkün olacaktır.

Bu toplumsal ve kültürel yozlaşmanın önüne geçilebilmesinde en önemli unsur hiç kuşkusuz, kamu yönetiminde etik standartların belirlenmesi ve etkin biçimde uygulanmasıdır. Bunun içinde adalet, nezaket, orantısallık, tarafsızlık ve bağımsızlık, objektif olma, güvenilirlik ve öngörülebilirlik gibi ilkelerin içselleştirildiği kamu yönetimi düzeni ancak, “Liyakat” erdemini temin ederek var olacaktır.

“Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğütler veriyor! Allah’ın size yapılmasını tavsiye ettiği şey, mutlaka en güzeldir. Şüphesiz Allah her şeyi işiten ve her şeyi görendir.” (4/Nisa, 58)