Duyunca çok şaşırdım hem öyle kötü oldum ki dakikalarca oturduğum yerden kalkamadım. Neyi mi? Söyleyeyim duyar duymaz beni afallatan ve de yutkunarak eyvah dedirten şeyin ne olduğunu. Geçtiğimiz ay bir haberde okumuştum, hafta sonu bir dostumun demesiyle iyiden iyiye inandım ki bu gidiş gidiş değil. Tez elden bir çare, bir çözüm bulunmaz ise bizi ne yarım yamalak imanımız ne de ayakları bir türlü yere basmayan ekonomimiz kurtaracaktır benden söylemesi.  

                  Ülke olarak çekirdek ithal eder olmuşuz ya? Vah ki ne vah... Yanlış okumadınız çekirdek. Hani şu avucumuza doldurup park-bahçe demeksizin yolda sokakta çitleyip attığımız ayçiçeğinden bahsedi- yorum. İşte beni sarsan şey her bir diyarı mümbit arazilerden ibaret biz Anadolu çocukları Çin’den çekirdek ithal ediyormuşuz da haberimiz yokmuş. Yakın zamana kadar 150 bin ton civarında çerezlik ay çiçeği çekirdeği yetiştirilirken geçtiğimiz yıl 50 bin ton civarında olmuş üretim miktarı. Normalde ülkemizde 150 bin ton üretim yapılıp, 75 bin tonu iç piyasada tüketiliyormuş. Kalan kısmı ise ihraç ediliyor iken şimdilerde ihraç durduğu gibi tükettiğimiz çekirdeğin yüzde seksenini Çin’den alır hale gelmişiz.

                Öbür tarafta neredeyse bütün dünya bir olmuş üzerimize gelmekte. İçerden ve dışarıdan kuşatma altındayız. Ellerinden gelse bizi bir kaşık suda boğmanın hesabındalar. Dün İngiltere, Fransa, Hollanda, Almanya bugün İsrail ve ABD... Biz dik durmaya devam ettiğimiz sürece de bu tablo aynı kalmaya devam edecektir. Elbette ki düşmanı gözümüzde büyütecek kadar basiretsiz değiliz. Bizim için yegâne güç ve külli şey’in kadir olan Allah’tır. Ama gerçek olan bir şey var ki karşımızda ardı arkası kesilmeyen, uçsuz bucaksız bir sırtlan sürüsünün var olduğudur.               

              Gerçek olan bir şey daha var ki sırtlan sürüsünün karşısında pervasızca direnenlerin sayısı ne yazık ki ülke nüfusunun yarısı bile değildir. Ne acı ki bu topraklarda yaşadığı halde Erdoğan’ın, diğer bir ifadeyle mütedeyyin iktidar felsefesinin gitmesi için çaba sarf eden güruhun(milyonların) zihinlerinde taze tuttukları bir şey var ki o da “Biz kaybeden olmayalım da kim neyi kaybederse kaybetsin” anlayışıdır. Bu zihniyet ki kimi zaman “Gezi” de, kimi zaman “Sur”da kimi zaman da “15 Temmuz”da tebarüz etmiştir ki bu ehli salip sevicilerin namusumuzdan, vatanımızdan ve de kutsallarımızdan yana bir gram dertleri yoktur.          

                 Peki ya diğerleri... Ölürüz de dönmeyiz diyen Osmanlılı torunları, hilal sevdalıları, bayrak âşıkları, vatan tutkunları, yani sen, ben, bizim oğlan ve bizim kızdan ibaret emanet sahiplerinin derdi ne acaba? Sosyal medyada hamasi sözler paylaşmak ya da ABD malı ne varsa en az kullandık- larımızdan birer ikişer boykot etmek midir çözüm. Nasıl olsa kola içmiyoruz diyerek şişeleri boca edip bir sürü para verdik deyip, telefonlarımızı kullanmaya sigaralarımızı da içmeye devam etmek midir yoksa krizin çözümü. İthal çekirdek tüketmeye devam öyleyse.        

              Neden bizi, hayatımızı, yaşam biçimimizi inandığımız Kuran ve yolundan gidiyoruz dediğimiz peygamberin şahsiyeti şekillendirmiyor da her defasında din düşmanlarının canımızı acıtan hamleleri şekillendiriyor arkadaş. Bir şeyleri doğru yapan, adam gibi düşünen, Müslüman gibi davranan olabilmek için illa ki bir ecnebi topluluğunun çıkıp bizi bir şeylere maruz bırakması mı gerekmekte. Kudüs’ü hatırlamak için Gazze’ye bir bombanın, dostluğu, kardeşliği, saygıyı, birlik olmayı dahası haramı helali hatırlamak için cüzdanımıza, sahip olduğumuz malımıza, canımıza, zevk ve sefahatimizin ortasına ateş mi düşmesi lazım.        

              Emin olun üç beş ay sonra dolar -olmaz ama oldu diyelim- aynı seviyesine insin bizim yine aynı yaşantılarımızdan ödün vermeyeceğimizden, umarsızca ithal çekirdek çitlemeye devam edeceği- mizden kimsenin şüphesi olmasın. İnsanımızın kırsal kesimde yaşamak istemediği dahası köy diye tabir ettiğimiz yerlerde sütün, yumurtanın, tavuk etinin ve de yoğurtun şehirdeki marketten satın alınır olduğu bir manzara hiç de iç açıcı olmasa gerek. Korkarım ki tarım ülkesi olmaktan sanayi ülkesi olmaya yükselemediğimiz bu günlerde tarım ve hayvancılığı da terk eder domatesi, biberi ve her bir şeyi ucuz diyerek ithal etmenin yoluna gidersek dolar bir yıl sonra düşse bile on yıl sonra iki katına yeniden çıkacaktır.

             Şimdi bırakalım gevur icadı sosyal medyada uçacağız, kaçacağız çeşnili aforizmalar ve de kes yapıştır resimler paylaşmayı da ellerimizi başımızın arasına alıp kafa yoralım azıcık. Bizim bugünden tezi yok fabrika ayarlarımıza geri dönmemiz gerekiyor. Bizi biz yapan ve en az savaş uçağımızın, savaş gemimizin olması kadar ehemmiyetli tarım ve hayvancılığımızı geri kazanmamız gerekiyor. Avrupa’ya öykünüp şaşalı yaşantılarımızdan, debdebeli evlerde keyif çatmaktan, lüks araçlarla sükse yapmaktan, milyarlar verip düşman bildiklerimizi zengin ederek aldığımız pahalı telefonlarla caka satmaktan, marka tutkusu yüzünden yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz şeyler eliyle kendi kendimizi ateşe atmaktan geri durmamız gerekiyor.

            İyi de nasıl olacak bu iş? Her iki reklamdan birisinin görkemli ev ve inşaat sektöründen yana olduğu seküler anlayışın, neredeyse üç beş yılda bir eşyalarımızı sil baştan yenilediğimiz sefahatin ortasında nasıl çözeceğiz bu mühim meseleyi. İşte buna bugün, dakikasında, hemen, ivedilikle, şimdi, elan, derhal bir çözüm bulabilmek adına oturup kafa yormamız gerekmekte. Ya değilse yüz elli bin liraya mal olan evleri beş yüz bin liraya satarak köşeyi dönen müteahhitler ülkesi olmaya devam ettiğimiz sürece, şurada yirmi yıl sonra salataya doğramak için gereken domatesi kendi ülkemizde tarladan toplamak yerine raftan dolarla almak zorunda kalırız ki yedikçe burnumuzdan gelecektir haberiniz ola.