I Love Myself...

           Türkçesi “Kendimi Seviyorum!” Yazının başlığı karıştırmasın kafanızı. Düne kadar yarım yamalak çizdiğimiz, sonra da ortasına müptezel yunan tanrısı EROS’un sünnetine uyup ok sapladığımız kırmızı pembe kaplamalı kalplerin üzerine nakşettiğimiz o sözü hatırladınız değil mi? Seksenli yılların ergenleri olarak köy yerinde ellerimiz titrekliğinde daha tamamlamadan yüzümüzün renkten renge girdiği “Seni Seviyorum” tümcesi.  Beri taraftaysa şehirli olup sevgili olmuşların jargonunda “I Love You” ya dönüşse de bütün dillerde sonu kalp çarpıntısıyla sonlanan çocuksu hal işte. Oysa şimdi ne kalp çizecek âşıklar kaldı ne de uğruna kalp çizilecek maşuklar. Bütün leylalar mecnun olmuş daha ne... Hem zaten insanlıktan düşülen her bir günün ardından her şeye müsait hale gelmiş kalıplarımızın neyine kalp çizmek, neyine seni seviyorum demek. Dahası birkaç level öteden seslenip şehirli züppe ağzıyla bir kafede şehevi yalandan ibaret “ I Love You” deyivermek.

           Sevmek?

           Neme nem bir kelime, ne acip bir eylem, ne müphem bir haldir ki dileyeni cennetin tapusuna; dileyeni de cehennemin kapısına kadar götürüp bırakıvermekte. Hani vardır ya aşk denen şerare. Bazen sahibini badiyeden miraca çıkaran bazen de köle ettiğini esfel-i safilin gömleğine düğme edivermekte. Sevmek dedim de babaannemin “Şimdi her şey kolaylaştı ne var, rahatlık işte...” deyişi geldi aklıma. Söylediği onca şeyden çok derin bir iç çekmişti durmaksızın salladığı başıyla. Yüzünde ömürlük çizgilerin arasında iz bırakan melaline aldırmaksızın gülüp geçiyor bir türlü geçmeyen yürek sızısına.  Yıllar geçse de üzerini örtüp de kapatamadığı anıları yıkılıyor üzerine üzerine.  Mesele sevmek olunca bir başka allanıyor yanaklarının pembesi o yaşında. Bizim zamanımızda sevmek vardı da söylemek yasaktı der gibi bakıyor yüzüme. Ama vardı ya sen ona bak...

            Meşhur Alman psikiyatr Carl Gustav Jung “Sevgi, bir kader gücüdür, öyle ki bu gücün enerjisi cennetten cehenneme uzanır" derken ahir ömrümüzde düştüğümüz hal kadar yevmi ahirde düşeceğimiz hali resmetmiş gibidir. Öyle ya, dün uğruna ölünesi Aslılar vardı bir de sevmenin aslını gösteren Keremler. Ferhat, şirin yâri için sevdaya kazma vurmuştu dağlardan daha büyük yüreğiyle.

Yusuf ne başkaydı ne de bambaşkaydı Züleyha için, hep aynıydı ve hep tek idi o kadar. Ve Züleyha en güzel değildi Yusuf için, biricik idi hepsi o kadar Yusuf’un yüreğinde. Ölene dek gönlünün sarayına ömürlük yaren ettiği Tahir için süslenmişti Zühre. Tahir ki bedeni toprağa yar olana dek Zühre’den başkasına kapattığı gözlerinden öte yüreğiyle seslenmişti ruhuna revan bildiği can yoldaşına.

         Oysa şimdi kabukları soyuldu ar damarımızı örten hayâdan yana tüm perdelerin. Sokaklar her yola gelir olmuş müptezel aşıkların kaybettiği yollarla dolu. Camdan bir ekranlardan kir olup akıyor milyonlara ikram edilen güzelliğimiz. Mejnun olmuşçasına pay ettiğimiz kadınlığımızın ve erkekliğimizin resmidir artık ne yalan ceplerimizde boy boy saklı duranlar. Ben ki bir tek yârimin biriciği olsam da sen de bil, sen de gör, sen da tanı ve sen de beğen demekten başka nedir halimizi müşfikçe arz etmenin Türkçesi. Sadece sevenler midir, sevilenler midir? Ömürlerini bir yastıkta kocamak denen sırlı ırmağa daldıran eşler midir sevmekten yana esrarını kaybedenler? Şimdi ne anneler eski anneler gibi ne de babalar.

              

            Hele ki evlatların ve de kardeşlerin sevgi ve muhabbetten yana sekerat halleri anlatılır gibi değil. Sensiz olmaz sözlerime aldırma dostum, sen başkasın deyişime kanmayasın annem. Babacığım gönlümün bir köşesindesin her zaman desem de inanma. Sahici değil o kardeşim der gibi bakışlarım. Hem Seni Seviyorum dediğime bakma Sevgili... Ben artık beni seviyorum ey yarenler. Egoizmin, kendini beğenmişliğin, pohpohlanmanın, çıkarın ve hep bana diyebilmenin, kemdimciliğin altın çağını yaşıyorum. Ben bana aşığım gayrı cancağızım.

          Belli olmuyor mu senden çok bir selfi için süslenişimden. Belli olmuyor mu ellerimden düşürmediğim telefonuma muhabbetle bakışımdan. Nasıl anlamazsın gönlüme doldurduğum evden, arabadan, makamdan, eşyadan, şatafattan, süsten, sükseden ve görünüşten ibaret binlerce dünyalık hayalimin seni dışarıda bıraktığını. Nasıl görmezsin beğenmek ve beğenilmek için onca yaptıklarımı. Duymadın mı sahi kudret kalemiyle gönülden gönüle yazılan aşkların o lahuti mektuplarla bir toprağa gömülüp gidişini. Duruşumdan, yürüyüşümden, sözlerimden belki de gözlerimden. Anlamadın değil mi benim kendime sırılsıklam sevdalanışımı. Affedin beni ne olur tüm sevdiklerim. Affedesin beni hele ki sen ey sevgili. Ben artık ruhu bedenine köle; bedeni ruhunda esir olmuş bencil bir insanım bu dünyada. Adım Ahmet, Mehmet, Hasan... Ayşe, Fatma, Derya belki de... Ne hazin, ne acı, hem ne yazık... “Maalesef “I LOVE MYSELF”. Ben artık "Kendimi Seviyorum!”