Hak dostum, hak! Diye başlıyorum bu haftada sözlerime. Bu hafta öyle pek olağan saymayacağınız ve buda mı adamın başına gelirmiş a efendim! Diyeceğiniz bir yazıyla karşınızdayım. Öyle sanıyorum ki bu makalemi okuduğunuzda pişman olmayacaksınız. Ama yazının sonunda güler misiniz, ağlar mısınız oda sizin takdirinize kalmış? Çünkü bende olanları hatırladıkça gülsem mi ağlasam mı bilemiyorum. Anlatmaya başlayayım efendim, ben fakirin başına gelipte fırında pişmiş Antep fıstıklı baklavanın başına gelmeyen o garip hadiseyi yıl 2012. Aylardan Haziran Ramazan ayına on, on beş gün kalmış. Mersin’in Gülnar ilçesinde kendilerine hayran olduğum, aynı kaderi paylaştığım görme engelli bir aile vardı. Onlara çok heves eder, çocuklarını çok severdim. Her fırsatta Gülnar’a onları görmeye giderdim. Son gidişim 2012 yılının Haziran ayıydı işte. Her şey o gün başladı ve bitti. Yine o güzel insanları ziyaretten dönüyordum. Gülnar’ın garajında elimi cebime bir attım, paramı ya düşürmüş, ya da Karaman’dan Gülnar’a giderken fark etmeksizin eksik parayla çıkmışım yola. Garajdan geriye dönemezdim. Ne yapacağımı şaşırdım. Kimseye bir şeyde diyemiyordum. Kafamı toparladım ve Karaman’a rahmetli Esat Kantar ağabeyime telefon açtım. Dedim, Esat abi! Durum böyle böyle. Esat ağabeyim(rha.) derhal Karaman otogarında çalışan kardeşi Ömer abiye talimat vermiş ve Ömer abide Türkiye’nin köklü firmasından bana bir bilet kestirmiş. Ömer abi: “Hafızım 35 numaralı koltuğa bin, gel” dedi.

Araba 09.30’da Gülnar’ın otogarına girdi. Bende potansiyel bir yolcu olarak 35 nolu koltuğa kuruldum. Araba henüz hareket etmemişken birde muavinden kulaklık filan istedim. Güya TV’den bir şeyler dinleyecektim. Nereden bilecektim az sonra forsumun ineceğini? Araba Gülnar’ın otogarını nazlı bir gelin gibi terk etti ve yola koyuldu. Araba on kişi ya vardı, ya yoktu. Biraz gittik, gitmedik ki bir adam: “Senin koltuk numaran kaç?” diye sordu. Soruyu soran kulaklık istediğim muavin değildi. Daha kalın sesli bir adamdı bu. Oysaki muavin daha nahif bir ses tonuna sahipti. Belki de bu adam arabanın yedek şoförüydü. Adama durumu izah ettim ve adam gitti. Aradan yarım dakika geçmedi ki adam gerisin geri geldi. Bana daha korkunç bir ses tonuyla: “arkadaş! Senin biletin yokmuş” ben: “abi nasıl olur! Bana 35 numaralı koltuğa bin! Denilmişti?” adam: “ben bilmem! Senin biletin kesilmemiş.” ben çaresizce sordum adama: “Eee! Ne yapacağız abi şimdi?” adam: “İneceksin kardeşim!” dedi.

Başıma bir gelecek var ya o sırada telefonumun da şarjı bitmişti çoktan. Adama yine dedim ki: “Abi telefonumun kartını telefonuna taksak da olayın aslını bir araştırsak?” dedim.

Adam: “Takamayız!” dedi o korkunç sesiyle ve ekledi: “Kalk!” dedi kalktım.

Elimde bir kör bastonu bir koluma muavin, diğer koluma o adam girdiği halde otobüsün kapısına doğru ilerlemeye başladık. Aslında olan bitene de ben çok fazla anlam veremiyordum. Ömrümde böyle bir şeyle karşılaşmamıştım ki. Arabada çıt çıkmıyordu. Yolcularda olaya anlam veremiyordu belki? Araba yavaşladı. Ve bir kadın kapının açıldığını ve beni arabadan indirdiklerini görünce anlamsız bir mırıltı çıkarabildi. Birinci basamak, ikinci basamak ve: “Terdesin kardeş!” dedi muavin. Evet, yerdeydim otobüs tıslayarak ve sanki halime acıyarak orayı terk etti. Şimdi ıssız bir yerdeydim. Telefonun şarjı da bitti ne yapacaktım şimdi ben. Elimde kör bastonuyla çaresizce ayakta sallanmaya başladım. Önümden geçen arabalara bastonu sallıyordum ama kimse durmuyordu. Hayatım bir film şeridi gibi gözümün önünden geçmeye başlamıştı bile. Belki de yavaş yavaş potansiyel bir tımarhane yolcusu olmaya bile başlayacaktım o an. Aradan on dakika ya geçti, ya geçmedi ki bir araba yanıma doğru yanaşmaya başladı. Bende yaklaşan arabaya olanca gücümle bastonu sallamaya başladım. Araba ayaklarımın önünde durdu. Arabayı süren adam: “Korkma! Ben seni almaya geldim buraya” dedi ve ekledi: “Ben senin otobüsteki yolculardan birinin babasıyım” Gülnar İmam Hatip’te aşçıyım” çocuğum haber verdi, baba durum böyle böyle dedi, bende seni almaya geldim” dedi. Adam beni arabaya bindirdi ve Gülnar’ın garajına ve söz konusu firmanın yazıhanesine getirdi.

Yazıhane yetkilisi: “Abi senin biletin kesilmiş, nasıl indirirler seni” dedi. Yapılan telefon görüşmesinde de bir yanlışlık olduğunu ve benden çok özür dilediklerini söylediler o kadar. Sağ olsun Ömer abi beni başka bir firmayla Karaman’a sağ salim getirdi de başıma gelen bu camel tropide böylece son buldu. Tabi arkamı arayacak bir kimsem olsaydı bu başıma gelenleri yargıya taşıyabilir ve davayı kazanabilirdim ama kimsem yoktu ve bende kimsesizlerin kimsesi olanın muhakemesi olan mahkemeyi Kübra’ya havale ettim başıma gelenleri.

İşte böyle efendim, benim vücudumun üstünde taşıdığım bu garip başıma buda gelmişti ne yazık ki. İnsanoğlunun başına her şey gelebilirmiş demek ki.