Şu yüce dağları duman kaplamış! Yine mi gurbetten kara haber var? Seher vakti bu yerde kimler ağlamış? Çimenler üstünde gözyaşları var. Geceler vardır ya bitmeyen kara geceler. Acıların tatlı uykuları böldüğü, telefonların acı acı çaldığı zalım geceler. İşte bende böyle bir gece yaşadım. 10 Ekim’i 11 Ekim’e bağlayan gece. Aslında o gece benim evlilik yıl dönümümdü. Neler, neler yazacaktım bu hafta aslında. Kader el vermedi amma! Teyzemizin kızı bir mide ameliyatı geçirmiş. Ameliyat sürecinin üzerinden çok geçmeden bu seferde felç geçirmişti. Daha gepegençti umutları, hayalleri vardı belki. Felçlik sürecini de atlattı toparlandı yine. Anası sevindi yavrum iyileşti diye. Bundan 15, 20 gün önce İstanbul’a gitti bizim teyzekızı. Halasının yanına gidecek, çalışacaktı. Ama öyle olmamış işte. Duyduk ki yine rahatsızlanmış İstanbul treninde ve İstanbul’da yoğun bakım ünitesine kaldırılmış. İstanbul nere, Karaman nere. Başında adam gibi bir atası olmayınca gidilemedi haliyle. Oradan ne haber geldiyse umutla bekledi anası. Nihayet 10 Ekim’i, 11 Ekim’e bağlayan o kara gecede karma karışık rüyalarla dolu uykumdan anam uyandırdı beni. Dedi ki: “Şerife vefat etmiş” teyzemin haberi yokmuş haber anama ulaşmış. Anasına nasıl haber verilecek! Nasıl tatlı uykusundan uyandırılıpta: “Kızın öldü!” Denecek. Öylesine acı bir tecrübe ki bu. Başladık akrabaya haber ulaştırmaya. Saat gecenin üçü kimisi telefonunu sessize almış, tatlı rüyalara dalmış nihayet akrabaların haberi oldu anasından önce. Bazıları teyzemin evine akın etmiş ama ışığın yanmadığını görünce anlamışlar ki henüz anasının haberi yok, geri dönmüşler evlerine aman ha! İlk söyleyen biz olmayalım diye. Dedik ki anası biraz daha uyusun! Nasıl olsa bundan sonra geceler onun için hep kara geçecek. Sabah ezanına kadar korkunç bir bekleyiş başladı. Anam dedi ki bana: “Haydi hafızım, sende gidelim teyzene beraber haber verelim.” Ben: “Yo ana! Ben yapamam bunu siz büyüksünüz, ben o acıya dayanamam, nasıl giderde derim teyze kızın artık yok” diye. Sabah ezanları okundu nihayet akrabalar toplandı ve bu kara haber anasına verildi. Yıkıldı teyzemiz yıkıldı Karaman. Daha 15 gün öncesi hayalleri vardı, kavgaları vardı. Bu genç yaşında her şeyini götürdü gitti teyze kızı.  Beyaz gelinlik giymeden ak kefene sarıldı bedeni. İşin en acı yanı da babasına bir kürek toprak atmak bile nasip olmadı. Belki de yüzü tutup gelmedi musallaya. Ben diyorum ki babasına: “Efendi! Sahip çıkıpta yavruna, düğün edipte kuşağını bağlamadın bari beyaz kefenine son bir kez bir bakaydın. Bilmem ki yüreğin mi taştan senin.” Gayrı ne desek boş bundan kelli giden gitti.

İşte böyle bir gece yaşadım ben bu hafta. İçinizden biri olduğumdan paylaşmak istedim sizlerle derdimi. Ölüm bu işte hani rahmetli Azer Bülbül ne güzelde söylerdi: “Bu gün sana! Yarın ona! Çark tersine dönebilir! Bana bir şey olmaz deme! Her an her şey olabilir” öyle değil mi ama?

Sözlerime Aziz Mahmut Hüdayi’nin o tevekkül dolu altın sözüyle son veriyorum: “Alan sensin! Veren sen! Kılan sen! Ne verdinse odur! Dahi nemiz var?